22 Ağustos 2008 Cuma

SÖZÜNDE DURMAK

SÖZÜNDE DURMAK[1]

* Ağzından yalan söz çıkarma; yalan söz ile insan kendi itibarını düşürür. KUTADGU BİLİG

Sözünde durma, sözünü yerine getirme demektir. Fert ve cemiyet hayatının gelişmesi karşılıklı münâsebetlere, bunlar da çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın içtimâî ve iktisâdî hayatın gelişmesi ve devâm etmesi mümkün değildir. Yapılan akde uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir vazîfedir. Verdiği sözü tutmayan kimse, karşı tarafın hakkını ödememiş ve kendi vazîfesini de yerine getirmemiş olur. Bu nedenle insanların şikâyetlerinin önemli bir kısmı ve işlerin aksamasının temel sebebi umûmiyetle ahde vefâsızlıktır. Allâh Teâlâ:

وَأَوْفُواْ بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً {34}

Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir. (İsrâ, 34) buyurarak kullarını bu husûsta dikkatli olmaya çağırmaktadır. Bu güzel ahlâkı insanın özüne sindirmesi, kendi lehine olacağı gibi onun gereğini yerine getirmemesi de aleyhine olacaktır. Ahdine vefâsızlık eden insanların çevrelerinde güvensizlik, kin ve öfke hâkim olurken, ahde vefâya riâyet edilen muhitlerde huzûr ve sükûn teşekkül eder, herkes birbirine saygı ve sevgi ile bağlanır. Cenâb-ı Hak bu kimselere büyük lütuflarda bulunacağını şöyle ifade etmektedir:

…Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allâh ile olan ahdine vefâ gösterirse, Allâh ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Feth, 10)

Cenâb-ı Hak; Ey îmân edenler! Akitlerin gereğini yerine getirin! (Mâide, 1) buyurmuştur. Dolayısıyla mü’minler, yaptıkları bütün akidleri îfâ etmelidirler. Öncelikle imân bir akittir. Mü’min, îman ederek Allâh’a karşı bir takım taahhütlerde bulunmaktadır. Bunun dışında insan, ferdî ve içtimâî bir çok akidler de yapar. Hangi türden olursa olsun, bütün bu akidlerin yerine getirilmesi gerekir. Zîrâ dînin esâsı, îmânın hükmü ve Allâh’ın emri budur.

Hz. Enes (ra)'den rivayet edilen bir hadis-i şerif'te Resûl-i Ekrem (sav)'in: Emanete riayeti olmayanın imanı da yoktur, ahde vefası olmayanın dini de yoktur. (Beyhakî) buyurduğu bilinmektedir. Ayrıca:

Verdiği sözde durmayıp cayan zâlim, hâin kimse için kıyâmet günü bir sancak dikilir ve; "Dikkat olunsun bu sancak falan oğlu falanın ahde vefâsızlık alâmetidir" denilerek teşhîr edilir (gösterilir). (Sahîh-i Buhârî,)

Ahde vefâsızlığın yaygın hâl aldığı bir millette cinâyet çok olur... (Müsned-i Ebû Ya'lâ, Beyhekî, El-Müstedrek)

Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: Karşılıklı muahede yaptığınız vakit, Allah'ın ahdini yerine getirin. Sapasağlam ettiğiniz yeminleri bozmayın, (Nasıl olur ki) üzerinize Allah'ı kefil yapmıştınız. Şüphe yok ki, Allah ne yapacağınızı bilir. (Nahl sûresi, 91) buyurulmuştur.

İbn-i Abbâs hazretleri de; Kim ahdini bozarsa, Allâh mutlaka ona bir düşman musallat eder. (Muvatta, Cihâd, 4) demek sûretiyle sözüne sâdık olmayanların, Allâh Teâlâ ve kulları tarafından sevilmeyeceğini ve musîbetlere mâruz kalacağını ifâde etmiştir. Allâh Teâlâ’nın en kâmil kulu olan ve O’nun emirlerine herkesten daha sıkı sarılan Resûl-i Ekrem Efendimiz, kulun Allâh ile olan mîsâkına sık sık temas ederek, Seyyidü’l-İstiğfâr diye meşhûr duâsında:

وَأَنَا عَبْدُكَ وَأَنَا عَلَي عَهْدِكَ وَوَعْدِكَ مَااسْتَطَعْتُ

-Allâhım! Gücüm yettiği kadar ahdine ve va’dine sadâkat gösteriyorum! (Buhârî, Deavât, 16) diye istiğfâr ederdi. O mübârek Peygamber, Rabb’ine olan ahdine sâdık kaldığı gibi diğer insanlara verdiği sözden de hiçbir zaman caymamıştır.

Abdullâh bin Ebi’l-Hamsâ -radıyallâhu anh- şöyle anlatıyor; “Bi’setten önce Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile bir alış veriş yapmıştım. Kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi va’d ederek gittim. Fakat verdiğim sözü unutmuşum. Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum. Beni görünce sâdece:

-Ey delikanlı! Bana eziyet ettin, üç gündür burada seni bekliyorum. buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 82)

Habîb-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in bu bekleyişi, borcunu alabilmek için değil, verdiği söze sadâkatinden dolayı idi. Onun ahdine vefâ göstermesi o derece zirveleşmiştir ki, düşmanları bile bu rahmetten istifâde etmişlerdir.

Bir kimseye sövmekten, verdiği sözü yerine getirmemekten ve sözünü tutmamaktan sakınmalıdır. (İmâm-ı Birgivî)

İslâm ahlâkının en mühim esaslarından biri olan ahde vefâ en güzel şekliyle Fahr-i Âlem Efendimiz’in şahsında yaşanmış ve onun fiil, söz ve hâllerinde sergilenmiştir. Âlemlere rahmet olan Efendimiz’in bu güzel ahlâkına sıkıca sarılmak, bütün insanlığın huzûr ve emniyetinin sağlanması yönünde atılan en mühim adım olacaktır. Dünyâ ve âhiretin mutluluğu bu esaslara bağlıdır.[2]

Sözünde durmak insanların en önemli hasletlerinden biridir. Ahlaklı bir insanın ön plana çıkan en önemli özelliği sözünde durmaktır. Bu nedenle bir Müslüman’ın en önemli ahlaki özelliği de sözünde durmak olmalıdır. Sözünde durmak, sağlam karakterli bir Müslüman’ın en belirgin özelliğidir. Sözünde duramayan bir insanın karakteri zayıf olur. Dikkat edilirse sözünde duramayan bir insana şeytan daha çabuk hükmeder.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] ÇELİK Doç.Dr.Ömer Çelik, Dr.M.Öztürk, M.Kaya, Üsve-i Hasene, Altınoluk, İstanbul 1995/284

Hiç yorum yok: