21 Ağustos 2008 Perşembe

SELAMLAŞMAK


SELAMLAŞMAK[1]

*Sevgi dostlara saygılı olmakla güçlenir. Hazreti Ali

Selam; Selamet, emniyet, huzur, rahatlık, barış, anlamındadır. İnsanların birbirleriyle karşılaştıklarında kullandıkları yakınlık, dostluk, saygı ifade eden söz. Allah’ın (Celle celeelüh) rızasına erişmek için müminlerin birbirlerine yaptığı dua. Evvela selam veren daha çok sevap kazanır. Selam vermek sünnet, almak ise farzdır.[2]

Selâm, islâmın sevgi ve şefkat kapılarının anahtarıdır. Çocuklara ve eşlere selam vermek de Rasulüllah’ın sünnetidir. Selam, saygının ve sevginin ifadesi­dir. Selamlaşmak, in­sanlar arasında mü­nasebetleri pekiştirir. Selam, Arapça asıllı bir kelime olup “selleme” fiilinden türemiştir. "Her türlü ayıp ve fenalıktan uzak bulunmak" manasına gelir.

Toplumumuzda genel olarak kullanıldığı şekilde “Selamün aleyküm” dediğimizde, “Esenlik, huzur ve saadet senin üzerine olsun” demiş oluruz. Ayrıca, bu selamı kullanmakla, selam verdiğimiz kişiye aynı inancı payla­şan bir kimse olduğumuzu belirtmiş ve şöyle demiş oluruz: “Benden sana ne ayıp bulaşır, ne de kötülük gelir. Benden emin olabilirsin.”

Selâm mü'minin parolasıdır. Mü'minler selâm verirler selâm alırlar. Selâm vermekte yarışırlar. Çünkü bilirler ki selâma önce başlamak daha güzel ve daha sevaptır. Selâm yaklaştırır, kaynaştırır, birleştirir. Zira Allâh’ın en güzel isimlerinden biridir Selâm.

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu husûsu şöyle ifâde etmiştir: Îmân etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de îmân etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir işi size haber vereyim mi: Aranızda selâmı yayınız. (Müslim, Îmân, 93)

En güzel selam şekli: "Es selâmü Aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtuhu." Cevap: "Ve Aleykümüsselâm ve rahmetullahi ve berakâtuh" şeklinde olmalıdır.

Sizden biriniz bir meclise vardığında, veya oradan ayrıldığında selam versin. Bu selamların biri diğerinden farklı değildir. (Ebu Davud, Tirmizi, r. s. 873)[3]

KISSA VE HİKAYELER

RESSAM

* Bir mum diğerini tutuşturmakla, Işığından bir şey kaybetmez. (MEVLANA)

Padişahı vardı ki bir ülkenin; kılı kırk yarar, haklı ile haksızı, doğru ile yanlışı tam ayırır, adaletinde kimsenin şüphesi kalmaz, verdiği karar gönül rahatlığı ile herkes tarafından kabul görürdü.

Tebaasında bulunan Çinliler ile Rumlar:

-Biz en iyi ressamız!

-Hayır, en iyi ressam bizleriz! Diye aralarında tartışır, lakin bir sonuca varamazlar.. Ulu hakem olarak Padişaha arz ederler durumlarını. O zamana kadar yaptıklarını bir bir sayar dökerler ve bununla diğerine üstünlük kurmalarına yol ararlar.

Padişah:

-Sizi imtihan edeceğim, bakalım hanginiz davasında daha haklı?

Çinliler:

-Padişahım; bizlere iki ayrı oda verin, marifetlerimizi bir birimizden habersiz ve gizli olarak icra edelim... Tâ ki nihayetinde hakemimiz olarak vereceğin karar
ile üstün olan belirlensin...

Rumlar:

-Padişahım: Tek oda verin, ama bir birimizi görmeyecek ve seslerimizi duymayacak şekilde örtülerle ayırın ortasından ki, değerlendirme vaktinde ikisini bir arada görüp karar vermek kolay olsun...

Her kes tarafından kabul gören bu fikir uygulandı. Bir oda, Çinlilerle Rumların bir birlerinden habersiz çalışabilecekleri şekilde ortadan ikiye ayrıldı..

Çinliler her sabah türlü türlü boyalar istediler, padişah hazinelerini açtırarak her isteneni verdi.

Rum ressamlar ise:

-Pas gidermekten başka ne resim işe yarar, ne de boya... dediler kendi kendilerine. Kapılarını kapatıp başladılar duvarlarını cilalamaya. Gök gibi tertemiz, saf ve berrak hale getirdiler duvarları. "İki yüz renge boyamaktansa renksizlik daha iyi, renk bulut gibidir, renksizlik ise ay... Bulutta parlaklık ve ışık görürsen bil ki yıldızdan, aydan yahut güneştendir..."

Çinli ressamlar işlerini bitirdiler haber verdiler, padişah gelerek yapılanları seyre daldı. Hepsi akıldan, idrakten dışarı, fevkalade güzel şeylerdi. Perdenin kaldırılmasını emretti. Görülenler karşısında gözler adeta yuvalarından fırladı... Hayret nidaları salonu doldurdu... Çinli ressamların yaptıkları tüm resim ve nakışlar odanın cilalanmış duvarına vurmuş, orada bulunanların tamamı diğer duvarda daha iyi görünüyor, resimlerin akisleri göz alıyordu.

Oğul dedi bu kıssayı anlatan; Rum ressamları sofîlerdir. Onların ezberlenecek kitapları, dersleri yoktur... Gönülleri adamakıllı cilalanmış; istekten, hırstan, hasislikten ve kinlerden arınmıştır. O aynanın saflığı, berraklığı gönlün vasfıdır. Gönüllerini cilalamış olanlar; renkten, kokudan kurtulmuştur. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2006

[2] Sözlük manaları

[3] TAŞGETİREN Ahmet, Altın Öğütler, İstanbul 1992, Altınoluk/197

Hiç yorum yok: