24 Ağustos 2008 Pazar

ÖLÇÜLÜ OLMAK

Îtidâl; Aşırı olmama, ortalama halde olma, soğukkanlılıktır. İfrat ve tefrite kaçmadan orta bir yaklaşım tarzını tâkib etmektir.[1]

İslâm; yeme, içme, giyim, kuşam, eşya kullanımı, ibâdet gibi her husûsta aşırılıktan kaçınmayı, orta yolu tutmayı emretmiş, ifrât ve tefrîti yasaklamıştır. Bu sebeple işlerin en hayırlısı îtidal üzere olanıdır.

Cenâb-ı Hak kaînâtı ve bütün varlıkları dengeli bir şekilde yaratmış ve kullarına da her hususta ölçülü ve îtidalli davranmalarını emretmiştir. Âyet-i kerîmede:

وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ اَلاَّ تَطْغَوْا فِى الْمِيزَانِ

Allâh semâyı yükseltti ve mîzânı koydu. Öyleyse, sakın taşkınlık edip ölçüyü bozmayın. (Rahmân, 7-8) buyurmuştur.

Vehb bin Münebbih şöyle der: “Her şeyin iki ucu ve bir ortası vardır. Bu uçların birinden tutulursa, diğer uç ağır basar; ortasından tutulursa, iki uç da dengede kalır. (Öyleyse) her şeyin ortasından tutmaya bakın!” (Heysemî, VIII, 112)

Dış dünyâda olduğu gibi insanın psikolojik ve duygusal yetenekleri arasında da bir uyum bulunmalıdır. Bu uyum ahlâkî yaşayışın esâsını teşkil eden üç temel kabiliyetin îtidalli olmasına bağlıdır. Buna göre akıl gücünün dengeli işleyişinden hikmet, şehvet gücünün îtidalli işleyişinden iffet, gazab gücünün dengeli işleyişinden de şecâat fazîletleri doğar. İnsanın iç dünyâsında bu dengelerin oluşması da adâlet denilen dördüncü temel fazîleti meydana getirir ve böylece tam bir ahlâk gerçekleşmiş olur.

Rahmân’ın o has kulları ki harcadıkları zaman ne isrâf ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisinin arasında dengeli olur. (Furkân, 67)

Ellerin boyna bağlanmış olması cimriliği, tamâmen açılması da israfı temsil eder. Yâni ne öyle ellerini boynuna bağlamış gibi cimri ol ne de malını saçıp savur. Her iki durum da insanın kınanmasına ve üzüntüye düşmesine sebep olur. Dolayısıyla ikisi arasında mûtedil bir yol tutmak gerekir. Cenâb-ı Hak böyle kimseleri övmüş, onları has kulları olarak nitelendirmiş ve diğer insanlara örnek olarak takdim etmiştir:

Şeytan insanları iki yolla kandırmaya çalışır. Bunlardan hangisinde muvaffak olursa fark etmez. Çünkü netîcesi aynıdır. Birisi aşırılık diğeri de gevşekliktir. Allâh Teâlâ kulları için tembelliğe varmayan bir kolaylığı istemektedir. Allâh’ın kulları için kolaylaştırdığı dini, kulların Allâh adına zorlaştırmaları doğru bir hareket değildir ve buna yetkileri de yoktur.

Sevgili Peygamberimiz, biz ümmetinin önceki ümmetler gibi dalâlete düşerek Allâh’ın gazâbına uğramaması için önemli husûsların üzerinde durmuş ve hayatın nireni noktalarına işâret etmiştir. İnsanlar için tâyin edilmiş olan hedefe varabilmek için yapılması gerekenin itidâl üzere, akıllıca ve devamlı bir gayret olduğunu şu hadîs-i şerîfiyle en açık bir şekilde ifâde etmiştir:

...Orta yolu tutunuz. Amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allâh’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz ve telâşsız gidin, orta yolu tutun ki varacağınız hedefe ulaşabilesiniz. (Buhârî, Rikâk, 18)

İsa (as) birine ne iş yapıyorsun dedi. İbadetle vakit geçiriyorum deyince nereden yeyip geçiniyorsun dedi. Her şeyimi kardeşim veriyor deyince o halde kardeşin senden daha kıymetli ibadet yapmaktadır buyurdu.

Câbir bin Semüre -radıyallâhu anhümâ-; Namazlarımı Nebi -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte kılardım. Onun namazı da, hutbesi de normal uzunlukta, îtidal üzere idi. demektedir. (Müslim, Cum’a, 41-42)

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ashâbını da bu ahlâk ile yetiştirmiş ve onları bütün insanlara örnek olarak takdim etmiştir. Vehb bin Abdullah -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

“Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Selmân ile Ebü’d-Derdâ’yı kardeş ilân etmişti. Bu sebeple Selmân, Ebü’d-Derdâ’yı zaman zaman ziyaret ederdi. Bir ziyareti esnâsında, hanımı Ümmü’d-Derdâ’nın üzerinde oldukça eskimiş elbiseler gördü. Ona:

-Bu hâlin ne? diye sorunca, kadın:

-Kardeşin Ebü’d-Derdâ dünya malı ve zevklerine önem vermez, dedi. O esnâda Ebü’d-Derdâ eve geldi ve hazırlattığı yemeği Selmân’a ikram edip:

-Buyurun, yemeğinizi yiyin, ben oruçluyum, dedi. Selmân:

-Sen yemedikçe ben de yemem, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ebü’d-Derdâ sofraya oturup yemek yedi. Gece olunca Ebü’d-Derdâ teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selmân ona:

-Uyu dedi. Ebü’d-Derdâ uyudu, bir müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân yine:

-Uyu, diyerek kalkmasına mâni oldu. Gecenin sonlarına doğru Selmân:

-Şimdi kalk, dedi ve birlikte kalkıp namaz kıldılar. Sonra Selmân, Ebü’d-Derdâ’ya şöyle dedi:

-Senin üzerinde Rabbinin, nefsinin ve ailenin hakkı vardır. Hak sahiplerinin her birine hakkını ver.

Daha sonra Ebü’d-Derdâ, Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gidip olup biteni anlattı. Resûl-i Ekrem Efendimiz:

–Selmân doğru söylemiş! buyurdu. (Buhârî, Savm, 51; Edeb, 86)



[1] Sözlük manaları

Hiç yorum yok: