23 Aralık 2008 Salı

ZULÜM YAPMAK

ZULÜM YAPMAK
*ZULÜMDEN SAKININIZ. ZİRA ZULÜM, KIYÂMET GÜNÜ SAHİBİNİ SARAN KARANLIKLAR OLACAKDIR. (HADİS-İ ŞERİF)
Zulüm; İşkence, eziyet, haksızlık, hak yemek, baskı kullanmak ve adaletsizlik yapmak, anlamlarındadır. Herhangi bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymak, bir hakkı kendi yerinden başka bir yere koymaktır. Dinî anlamdaki manası ise, haddi aşmak söz ve fiilde aşırı gitmek demektir. Adalete aykırı davranış olarak da değerlendirilir. Güçlü bir kimsenin yasaya ve vicdana aykırı olarak başkalarına yaptığı kötü, acımasız, kıyıcı davranıştır.[1]
Arapça bir kelimedir. Aslı zulm olup Türkçede zulüm diye kullanılır. Çoğulu zulümattır. Kelime olarak zulüm, azgınlık, gadr, karanlık, azab ve ezâ ile eş anlamlıdır. Zıddı ise, nur, aydınlık ve adalettir.
Kur'ân-ı Kerîm'de cehalet, şirk, fısk anlamında "nûr"un zıddı olarak kullanılır. Bu anlamlarıyla Kur'ân'ın temel kavramlarından biridir.
Kur'ân'ın üzerinde en çok durduğu kavramlardan biri şüphesiz zulümdür. Aynı kökden gelen kelimelerle birlikte, Kur'ân'da üç yüze yakın yerde geçmektedir.
Herhangi bir insana veya hayvana haksız yere eziyet etmekte zulümdür. Herhangi bir hakkın kaybolmasına veya gecikmesine sebep olmakta bir zulümdür Zulümün sonucu ise azaptır, felakettir. Kur'an-ı Kerîm’de Yüce Melâmız bizlere bu konuda şöyle buyurmaktadır:
Sizden önce, zulmettikleri için nice nesilleri helak etmişizdir. (Yu­nus, 13)
Allah korusun, insanlar bilerek veya bilmiyerek başkalarına zulüm yaparak esas olarak kendilerine zarar verdiklerinin farkına bile varmamaktadırlar.
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem Bir Hadis-i Şerifte:
Zulme uğramışın duasından kork; çünkü onunla Allah arasında perde yoktur. Buyurmuştur.
Zulmün ne kadar büyük bir azaba sebep olacağını Yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm’inde bizlere şöyle bildirmektedir:
Zulmeden her kişi, yeryüzünde ne varsa hepsi kendisinin olsaydı azaptan kurtulmak için onu fidye verirdi. Azabı gördükleri zaman, içlerinde pişmanlık duyarlar, aralarında adaletle hükmedilir, asla haksızlığa uğratılmazlar. (Yunus, 54)
Ahiret azabından korkan insan zulüm yapmaz ve zulüm yapılmasına izin vermez. Çünkü burada alınamayan haklar ahirette alınacaktır.
Bir defasında Ehran oğlu Meymun şöyle dedi:
-Kur’an okuyan bir kişi, bazen kendisine lanet eder. Soruldu:
-Kişi kendisine nasıl lanet eder ki? Dedi:
أَلاَ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ {18}...
-Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.(Hud, 18) ayetini okur. Eğer kendi zalimse, böylece kendi kendine lanet etmiş olur.
Zulümden daha büyük günah yoktur. Eğer bir günah, kul ile Allah arasında ise, bu takdirde Allah kerimdir. Eğer dilerse onu affeder.
Zulmün âhiretteki azabını bildiren bir hadis de şöyledir:
Zulümden sakınınız. Zira zulüm, kıyâmet günü sahibini saran karanlıklar olacakdır. (Buhârî, Mezâlim, 8; Tirmizi, Birr, 83)
Bir de Rasûlüllah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem dünya hayatında insanlara zulmetmenin, ahirette, zulmeden kişiyi iflasa götüreceğini bildirmiştir.
Anlatıldığına göre Ebu Verrak şöyle der: “Kalbden imanı silen günahların başında zulüm gelir.[2]

KISSA VE HİKAYELER

ZALİMİN UYKUSU
*BİR HALKIN ACILARI, İNİLTİLERİ ORTASINDA KEYİF SÜRMEK KIRALLIK DEĞİL, ZİNDAN BEKÇİLİĞİ ETMEKTİR. SİR THOMAS MORE
İnsafsız zalim hükümdarlardan birisi, ibâdetle meşgul olan bir Allah dostuna sorar:
-İbâdetlerden hangisi efdaldir? Allah dostu, sükûnetle cevap verir:
-Senin için uyumak efdaldir; çünkü uyuduğun müddetçe halkı incitemezsin!..
Bir zalimin uykuda geçirdiği vakit, insanlara zulmedemediği vakittir. Böylelerinin uykuları uyanık olmalarından daha hayırlıdır. Tevbe ihtimali hariç tutulursa, ölümleri de yaşamalarından daha iyidir.



[1] Sözlük manaları
[2] SEMERKANDİ Ebulleys, Gafletten kurtuluş, Uyanış yayınevi, İstanbul (1,2)./550

TARTIŞMAK

TARTIŞMAK
* ALLAH KATINDA EN SEVİLMEYEN KİMSELER, HAKSIZ YERE VE BİLGİSİZCE MÜCADELEDE ISRAR EDENLERDİR. HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
Tartışma; Cedel; Münakaşa, mücadele, münazaa, karşılıklı sözle çekişme, ağız kavgasıdır. Karşısındakini susturmak için yapılan münakaşalar da tartışmadır. Bir mesele üzerinde farklı fikirler söyleyerek yapılan karşılıklı konuşma, atışma, çekişme, diyalektik, konuşma da tartışma demektir.[1]
Kuran’a göre tartışma nedir? Tartışma birkaç değişik anlamda kullanılmış olmakla beraber, bunların hepsi de temelde ortak bir paydada birleşmektedir: Rahmani özellikten uzaklaşılması, boş bir amele doğru gidilmesi...
Tartışmak müminlere yakışmayan bir üsluptur. Onlar birbirlerine duydukları saygı ve sevgi gereği aralarında zaten tartışmazlar. Onlar inkarcılarla da tartışmazlar, aralarındaki diyalog ancak tebliğ için olur, bu durumda da en etkili ve en güzel üslubu kullanırlar.
Yüce Allah Celle Celelüh Kur'an-ı Kerîm de şöyle buyuruyor:
وَقَالُوا أَآلِهَتُنَا خَيْرٌ أَمْ هُوَ مَا ضَرَبُوهُ لَكَ إِلَّا جَدَلًا بَلْ هُمْ قَوْمٌ خَصِمُونَ {58}
Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa İsa mı?" dediler. Bunu, ancak seninle tartışmak için söylediler. Hayır, onlar kavgacı bir toplumdur. (Zuhruf, 58)
İnsanın yaratılış amacı, sadece Allah’a kulluk etmek, O’na ibadet etmek ve O’nun rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmaya çalışmaktır. Bu amaç doğrultusunda müminler, hareketlerini Kuran ayetlerine göre düzenlerler. Başka bir deyişle, müminin tüm hayatı Kuran ahlakı üzerine kuruludur.
Bu noktada karşımıza çıkan şeytani bir strateji, bize şeytanın hileli düzeni hakkında fikir vermektedir: Tartışmak...
Yüce Melâmız bizlere bu konuda şöyle buyurmaktadır:
Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmadan Al­lah'ın ayetleri hakkında tartışanların kalplerinde asla ulaşamayacakları kibirden başka bir şey yok­tur. Bunun için sen Allah'a sığın; muhakkak ki, O, işitendir, görendir. (Mü’min, 56)
İnsanlar arasında huzursuzluk çıkarmak ve yine insanları Allah-ü Teâla Celle Celelüh’un yolundan çevirmek şeytanların ana görevleridir. Kendi karakter özelliklerinden biri olan tartışmayı insanlar arasında yaygınlaştırmak, şeytanın insanları saptırma amacına son derece uygundur. Böylece insanlar birbirlerine düşman olarak hayat sürer ve kalplerinde kin ve nefret tohumları çoğalır.
Kuran’a baktığımızda, ilk tartışma ortamının şeytan tarafından meydana getirildiğini görürüz. Kuran'da, bu olay şöyle anlatılmaktadır:
Hani Rabbin, Meleklere: "Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz seni şükrünle yüceltir ve sürekli takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin" dediler. Allah: "Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim" dedi. Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin" dedi. Dediler ki: "Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın." Allah: "Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da ben bilirim. (Bakara, 30-33)
Ayette görüldüğü gibi, melekler, Allah’ın Adem’in yaratılması ile ilgili hükmüne isteksizlik göstermekle büyük bir hata yaparlar. Allah’ın sonsuz bilgisinin ancak çok küçük bir parçasını bildikleri için önce Adem’in yaratılışının hikmetini kavrayamamışlardır. Buna rağmen Allah’ın hükmüne itaat etmeleri gerekmektedir. Ancak Allah’tan Adem’in yaratılışının hikmetini öğrenmek isterler. Allah da onlara Adem’in yaratılışındaki hikmeti açıklar. İşte bu noktada tüm melekler, Allah’ın rahmetine sığınır ve yaptıkları hatadan dönerler. Sonra da hepsi Allah’ın bu hükmüne itaat gösterirler. Yalnız bir tanesi hariç; o diretir ve Allah’la tartışmaya –Allah'ı tenzih ederiz- kalkar! Üstteki ayetlerin ardından
Şeytan, kendisine Adem’in yaratılışının hikmeti açıklandığı halde, Allah’ın verdiği "Adem’e secde et" emrine karşı gelmektedir.

KISSA VE HİKAYELER

BENİM GÜCÜM BU
* SAKIN SOFRADA TARTIŞMAYA KALKMAYIN; NASIL OLSA AÇ OLMAYAN KAZANACAKTIR. WHATELY
Hani Ukbe ibn-i Nâfî bütün Afrika'yı geçmiş, devesini Atlas Okyanusu'na sürmüş. Devenin bacakları uzun, yürümüş yürümüş, bir noktada durmuş. Durunca elini kaldırmış, demiş ki:
-Yâ Rabbi! Senin dinin yaymak için buralara geldim. Eğer önüme bu uçsuz, bucaksız okyanusu çıkartmasaydın, daha öteye de götürürdüm senin dinini... Ama bu kadara gücüm yetiyor, devem daha öteye gitmiyor. Bu deryayı geçmeğe gücüm yetmiyor yâ Rabbi, beni affeyle...demiş.[2]



[1] Sözlük manaları
[2] İnternet, Esad Coşan

SAVURGAN OLMAK

SAVURGAN OLMAK
* KİM BİR MÜSLÜMANA BİR ELBİSE GİYDİRİRSE, O ELBİSEDEN O FAKİR ÜZERİNDE BİR YAMA KALDIĞI MÜDDETÇE ELBİSEYİ GİYDİREN, ALLAH TEALA'NIN HİMAYESİNDEDİR.
(HADİS-İ ŞERİF)
Savurgan olma; Savurganca davranış, gereğinden fazla kullanmak, tutumsuzluk, müsriflik, yeterinden çok harcamak, israf etmektir.[1]
Savurganlık, herhangi bir işte normal olan sınırı aşmak, aşırı olmak demektir. Savurganlık kötü bir huydur ve dinimizce yasaklanmıştır. Sahip olunan maddi ve manevi imkanların gereksiz şekilde harcanmasına savurganlık denir. Buna göre bir kişinin para veya malını yerli yersiz harcaması, zamanını boşa geçirmesi savurganlıktır. Savurganlık, kişinin ihtiyaçları dışında, yersiz ve aşırı harcamada bulunmasıdır. Lüks harcamalar da savurganlık sayılmıştır. Savurganlığa israf da denir.
Kur’an; aşırıya kaçan, harcamalarında ve davranışlarında dengeyi kaçıran kimselerin yaptıklarını hoş görmemektedir.
Yüce Allah bu konuda Kuran-ı Kerim'de şöyle buyurur:
.... وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ {31}
… Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez. (Araf , 31)
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellemde:
Abdest alırken bir ırmak kenarında bile olsan suyu tutumlu kullan. Diyerek sahip olduğumuz imkânları savurganca kullanmamamızı istemiştir.Savurganlığın kötü olmasının sebeplerinden biri malın değerli olmasıdır. Dünyada rahat olmak, bedenin sıhhati, Hac, cihad sevabı hep mal ile olur. Malın israf edilmesi ise Allah’ın verdiği nimete kıymet vermemek, nimeti elden kaçırmak olur, Allah'ın verdiği nimete şükretmemek olur. Bu konuda Kur’an:
Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp savurma. Çünkü israf edenler şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı nankördür. buyurmaktadır.
“İsraf” da savurganlıkla aynı anlama gelir. Savurganlığın tersi ise tutumluluktur. Tutumluluğun aşırısı cimriliktir. Cimrilik, sahip olduğumuz imkanları zamanı ve yeri geldiği halde harcamayıp elde tutmaktır. Oysa sahip olduğumuz değerler savurganca harcanınca, yerine konması imkansız.
Savurganlıktan kaçınmanın yolu, her alanda tutumlu olmaktır. Tutumlu olmak, elimizdekilerin değerini bilmek ve ona göre harcamaktır. Peygamberimiz de günlük hayatda aşırılığa kaçmamamızı öğütlemiştir:
Beş şey gelmeden önce, şu beş şeyin değerini biliniz: Ölümden önce yaşamın, hastalıktan önce sağlığın, işler çoğalmadan önce boş zamanın, ihtiyarlıktan önce gençliğin, yoksulluk gelmeden zenginliğin. (Feyzülkadir, 2/16).
İsraf; sapmaların, bozulmaların, haksızlıkların, bozgunun kaynaklarından biri olarak görülmektedir. Ayrıca Kur’an’da Firavun, “O israf edenlerden idi.” diye kötülenmiştir.
KISSA VE HİKAYELER

VEREN ALLAH, ALAN ALLAH
*İLMİ OLAN İLMİNDEN, MALI OLAN DA MALINDAN SADAKA VERSİN. (HADİS-İ ŞERİF)
Bizim köyde bir cami imamı varmış. Çocukları doğuyormuş, bir zaman sonra ölüyormuş. Hani bazen böyle kan uyuşmazlığı oluyor, bir şey oluyor; ölüyor. Nasıl ağlıyormuş hoca efendi, nasıl yas tutuyormuş!.. Kaç tane çocuğu böyle ölmüş. Günün birinde bizim köye alim, fazıl, yaşlı bir zât gelmiş. Tam o sırada hocanın bir çocuğu ölmüş. Hocaefendi çok da böyle ağlayıp zırlayınca;
-Yâhu sen adamsın, otur bakayım şuraya!.., demiş oturtmuş. Sana bu evlâtları kim veriyor?
-Elbette Allah veriyor.
-Peki, bu evlâtları senden kim alıyor?
-Allah alıyor.
-Sana ne oluyor? Sabret bakalım!.. Böyle hocalık mı olur, böyle mertlik mi olur? Allah'ın imtihanına sabret bakalım, demiş.
O da söz vermiş: "Peki..." demiş, sabretmiş. Ondan sonraki doğan çocuğu ölmemiş. İmtihana bak!..
Onun için, Allah'tan afiyet isteriz. Allah dünyada ahirette afiyet versin hepimize, hepinize... Hep günleriniz hoş olsun, hep işleriniz rast gitsin... Öyle olmazsa?.. Öyle olmazsa da sabredin!.. Her zaman yaz olmuyor, bazan kar yağıyor. Her zaman bolluk olmuyor, bazan kıtlık oluyor. Her zaman sağlık olmuyor, bazen hastalık oluyor; sabredin!..[2]



[1] Sözlük manaları
[2] E.COŞAN, SORULARA CEVAPLAR

ZİNA İFTİRASINDA BULUNMAK

ZİNA İFTİRASINDA BULUNMAK[1]
*İFFETLİ KADINLARA ZİNA SUÇU ATAN, SONRA DÖRT ŞAHİT GETİRMEYENLERE DE SEKSEN DEĞNEK VURUN. NUR, 4
İftira; Bir kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptı demek, söylemediği bir sözü söyledi diyerek ona isnad etmektir.
Namuslu ve iffetli kimselere iftira etmek toplumu rahatsız eden, manevi hastalıkların en çirkin olanlarından birisidir.
Dinimiz insanın şerefine ve iffetine büyük önem vermiş, toplum içinde saygınlığının korunmasını emretmiştir. Bunun içindir ki, ona iftirada bulunmayı büyük günah saymıştır.
Esasen dinimiz kesin bilgimizin olmadığı konular hakkında dikkatli olmamızı öğütlemiştir.
Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:
Ey mü'minler, eğer fasık, günahkârın biri size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz. (Hucurat, 6)
İftira etmek, dinimizde büyük günahlardan sayılmıştır. Hele iffetli bir kadına iftira etmek daha büyük bir günahtır. Kuran'da şöyle deniliyor:
وَالَّذِينَ يَرْمُونَ الْمُحْصَنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَأْتُوا بِأَرْبَعَةِ شُهَدَاء فَاجْلِدُوهُمْ ثَمَانِينَ جَلْدَةً وَلَا تَقْبَلُوا لَهُمْ شَهَادَةً أَبَدًا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ {4}
İffetli kadınlara iftira edip de dört tanık getiremeyenlere gelince, onlara 80 değnek vurun (Bu ceza bugün başka bir şekilde de uygulanabilir) ve onların tanıklıklarını ebediyen kabul etmeyin. (Nur, 4) denmektedir. Kuran bu tür iftiralardan sakınılmasını emretmekte ve böylece kadını koruma altına almaktadır. Üzülmeyiniz, ilahi adalet dünya ölçüsünde de tecelli eder ve iftira edenler mutlaka cezasını bulur.
RECM YAPMAK
* BEKÂRLA BEKÂR ZİNA EDERSE YÜZ DEĞNEK; EVLİYE RECM VARDIR.
( MÜSLİM, HUDÛD, 12)
Recm yapmak; Taşla öldürme, taşa tutma, birine taş atma demektir. Evli veya dul bulunan erkek veya kadının zina etmesi halinde İslâm mahkemesi kararıyla taşlanarak öldürülmesi anlamında bir fıkıh terimidir. Zina edenin taşlanması Sünnet, ve icma delillerine dayanır.
Zina bütün semavî dinlerde haram kılınmış ve çok kötü bir fiil olarak kabul edilmiştir. İslâm'da zina büyük günahlardan olup, ırz, namus ve neseplere yönelik olduğu için, cezası da hadlerin en şiddetlisidir.
Zinanın cezası, fiili işleyenin evli veya bekâr oluşuna, İslâmî emir ve yasaklarla yükümlü bulunup bulunmamasına göre kısımlara ayrılır. Dayak, taşla öldürme, sürgün ve İslâm devleti'nin koyacağı ta'zir cezası bunlar arasındadır.
A.Yüz Değnek (celde) Cezası: Bekâr erkekle bekâr kadının zina etmesi halinde, ceza her birine yüz değnek vurulmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Zina eden kadın ve erkekten her birine yüz değnek vurun. (Nûr, 2)
B. Recm Cezası: Hazreti Peygamber'in evli olarak zina edene recm cezası uyguladığı, tevatüre ulaşan hadislerle sabittir. Temelde kıyasa göre evlilere de yüz değnek (celde) cezası uygulanması gerekirken, bu konudaki hadislerle amel edilerek recm cezası öngörülmüştür.
Hazreti Peygamber'in recm cezasına uygulama örnekleri:
1. İşvereninin eşiyle zina eden bekâr işçiye yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası, kadına ise recm cezası uygulaması:
2. Zinasını dört defa ikrar eden Mâiz b. Mâlik (r.a)'in recmedilmesi:
3. Gâmidiyeli evli kadının zinadan dolayı recmedilmesi:
4. Evli bulunan Yahudi erkeği ile Yahudi kadınının zina sebebiyle recmedilmesi:
Recm cezası uygulanması için Gerekli Şartlar:
1. Zina eden kadın veya erkeğin ergin olması.
2. Akıllı olması. Akıl hastasına had uygulanmaz. Akıllı ve ergin bir kimse akıl hastası ile zina etse, yalnız kendisine had uygulanır.
3. Evli olan gayri müslime recm yerine değnek cezası uygulanır. Şâfiî ve Hanbelîlere göre pasaportla İslâm devletine gelen gayrî müslim yabancılara ne zina ve ne de içki içme cezası uygulanmaz.
4. Zinanın zor kullanarak olmaması gerekir.
5. Zinanın diri bir insanla olması gerekir.
6. Zina edilen kadının da ergin veya kendisine cinsel istek duyulan bir yaşta olması gerekir.
7. Zinanın bir şüpheye dayalı olmaması gerekir. Fasit nikahtan sonraki cinsel temasa had gerekmediği konusunda görüş birliği vardır. Velisiz veya şahitsiz evlenme gibi.
8. Cinsel temasın önden olması. Arkadan ilişki yani livata için Ebû Hanîfe'ye göre yalnız ta'zir cezası uygulanır. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre ise livata haddi gerektirir. Yabancı bir kadına ön veya arka dışında karın, uyluk gibi başka bir yere temas ise yalnız ta'zîri gerektirir. Çünkü bu, şer'an kendisine bir şey takdir edilmeyen münker bir fiildir.
9. Had cezalarının uygulanabilmesi için İslâm devletinin varlığı şarttır. Çünkü dârul-harp veya dârul-bağy (âsiler ülkesi) de had cezalarını uygulamaya İslâm devletinin velâyet yetkisi olmaz ve bu hükümleri uygulamaya gücü yetmez.
10. Zina eden erkek veya kadının halen veya daha önce sahih nikâhla evlenmiş olması ve bu nikâh devam ederken eşiyle bir defa da olsa cinsel temasta bulunması şarttır. Böyle bir erkeğe "muhsan", kadına ise "muhsana" denir. Recm cezası için bu son niteliğin bulunması da gerekir.

[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008

ZALİM OLMAK

ZALİM OLMAK[1]
*ŞÜPHESİZ ZALİMLER İÇİN ACI BİR AZAP VARDIR. (İBRAHİM, 22)
Zalim; Zulüm eden, müslümanlara ve İslâmiyet'e; eli ile, dili ile ve kalemi ile zarar veren, başkalarının hakkına tecâvüz eden kimsedir. Bir kimsenin hakkını zorla elinden alan, haksızlık yapan, merhametsiz ve gaddar kimseye de zalim denilir. Arapça bir kelimedir. Bir şeyi eksik ya da fazla yapmak yahut zamanının veya mekânının dışında yapmak da zulüm olarak ifade edilmektedir.[2]
Herhangi bir şeyi kendi yerinden başka bir yere koymaktır. Dinî anlamdaki manası ise, hak yemek, eziyet, işkence ve baskı kullanmak, adaletsizlik yapmak, haddi aşmak söz ve fiilde aşırı gitmek demektir.
Peygamberler, insanları zulümattan nûra kavuşturmak için gönderilmişlerdir. Mesajları aydınlıktır; karışık yollar ise zulümattır, karanlıktır. Bu durum Kur'an-ı Kerîm’de şöyle açıklanır:
Âllah mü'minlerin velisidir, onları zulümattan nûra çıkarır, kâfirlerin velileri ise Tağuttur, onları nurdan zulümata çıkarır. (Bakara, 257)
Zulmü yeren, sakıncalarını dile getiren birçok âyet ve rivayet vardır: Yüce Allah şöyle buyurur:
رَبَّنَا إِنَّكَ مَن تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ {192}
Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, kimi cehenneme koyarsan, artık onu rüsvay etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur. (Al-i İmran, 192)
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
Zulüm kıyamet gününde karanlıklardır. (Buhari, Kitabu’l-Mezalim, 2447)
İnsan, bütün bu zulümleri işlemeye müsait bir varlıktır. Yüce Allah, zalimleri dost edinmeyi de zalimlik olarak nitelemektedir. Hatta zulmeden, kişinin babası veya kardeşleri bile olsa onlara dost olmak, zalimliktir. Böylece dostluğun akrabalık bağlarına göre değil, adalet ve inanç esaslarına göre olması gerektiği anlatılmaktadır.[3]
TARİHTEN ZULÜM ÖRNEKLERİ
A-ERMENİLERİN ZULÜMLERİNDEN:
*NE ZULMEDİNİZ, NE ZULME UĞRAYINIZ. HZ. MUHAMMED (SAV)
Birinci Dünya Savaşına yakın zamanlara kadar Osmanlı Devleti içinde huzur içinde yaşayan, Türk halkı o cepheden bu cepheye koşup gazi veya şehit olurken, askere bile gitmeyen Ermeni azınlık sanatla ve ticaretle uğraşmış ekonomik yönden zengin bir duruma gelmiş yatırımını yapmış Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan günümüze kadar ülkemizin ekonomisini ellerinde tutmuşlardır. Birinci Dünya Savaşına kadar Ermeniler Millet-i Sadıka (devlete bağlı millet) olarak literatürde yerini almıştır.
Ancak Avrupalı devletlerin ve Rusyanın emellerini gerçekleştirmek için bu toplum üzerinde çalışmaları sonucunda onlara bağımsız bir Ermenistan vadederek isyan ettirmeyi I. Dünya Savaşında Rusyanın yanında yer almayı, kurtuluş savaşında Türk köylerinde katliamlar yaptırmayı başarmışlardır.
Ermenilerin Sözde Soykırım günü kabul ettikleri 24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı hükümetinin Ermeni Tehcir Kanunu (Ermenileri Sevk ve İskan kanunu) çıkarmasına sebep 15 Nisan 1915 te Van ve Sivasta büyük isyanlar çıkarmaları ve Türk halkını katletmeleridir.
Bu konuda Türk Devletinin daima başı dik ve alnı açıktır. Bütün arşivlerimizde araştırmaya açıktır.

KISSA VE HİKAYELER

ZALİME DUÂ
* ZÂLİMİN ÇOK YAŞAMASINA DUÂ ETMEK, ALLAHÜ TEÂLÂYA İSYÂN OLUNMASINI İSTEMEKTİR. (BERÎKA)
Bağdat'ta duâsı makbul olan bir derviş zuhûr ettiği haberi yayılmıştı. Bunu, o şehrin vâlîsi bulunan Haccâc-ı Zâlim'e de haber verdiler.
İnsanlara zulmüyle tanınmış, acımasız bir vâlî olan Haccâc, dervişin hâlini merak ederek, huzuruna çağırttı. Derviş, askerlerin ve cellatların arasında Haccâc'ın karşısına getirildi. Haccâc:
-Senin duânın kabul olunduğunu söylüyorlar. Hadi, bana da bir duâ et, dedi.
Derviş, ellerini kaldırdı ve yüksek sesle:
-Ya Rabbî, Haccâc'ın canını al!. diye niyazda bulundu.
Haccâc, şaşkın ve öfkeli bir sesle:
-Derviş! Bu nasıl duâ böyle?! Ben senden hayır duâ istemiştim. Sen bedduâ ettin, dedi.
Derviş oldukça sâkin bir şekilde:
-Bu, hem senin için, hem de bütün müslümanlar için hayırlı bir duâdır, dedi.
Bu hikâyede anlatılan, zâlimler için ölümün hayırlı olması, hayatlarının devam etmesi hâlinde zulüm ve günah yükünün artması sebebiyledir. Onun emri altındaki insanlar ise, zâlimin ölümüyle rahatlayacak ve zulümden kurtulacaklardır. Bu da idaresi altındaki kimseler için "hayır"dır.

[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları
[3] İnternet- İslam Ansiklopedisi- M. Sait ŞİMŞEK

YEMİN ETMEK

YEMİN ETMEK[1]
*YALAN YEMİN İLE MAL ÇOK SATILSA DA BÖYLE KAZANCIN BEREKETİ OLMAZ. (BUHARİ)
Yemin; Kuvvetlendirme, ant içme, kasem etmedir. Allah’ı şahit tutma, Allah’ı kendine şahit gösterme işidir. Bir haberi yâhut bir işi yapma veya yapmama husûsundaki azmi, iddiâyı; vallahi, tallahi şeklinde, Allahü teâlânın ism-i şerîfini anarak veya dînin izin verdiği sözlerle kuvvetlendirmedir. El tutuşarak, Allah’a bağlılıklarını bildirerek, Allah’a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmedir.[2]
Yemin, bir iddiayı kuvvetlendirmek için yüce Allah'a and vermektir. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
.... كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ .... {89}
...Yeminlerinizi koruyun... (Mâide, 89)
Hazreti Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem efendimiz de şöyle buyurmuştur:
Allah'a yemin eden bir kimse, yeminine bir sivrisinek kanadı kadar yalan katarsa, o yemin kıyamete kadar onun kalbinde bir (siyah) nokta teşkil eder. (Tirmizî, Hâkim)
Yemin, yalnız Allahü teâlânın isimlerini söylemekle olur. Vallahi, billahi, tallahi gibi. Kur’an, Peygamber, Kâbe için demekle yemin olmaz. Fakat âdet olduğu için Mushaf hakkı için demek veya elini Mushafa koyarak bunun hakkı için demek yemin olur. (Kur’an çarpsın) demek, Allah şahidim olsun demek yemin olur.
Kalben vallahi dense, yemin sahih olmaz. Dil ile söylemek gerekir. Küfre sebep olan şeyleri, yemin niyeti ile söylerse, kâfir olmaz, yemin etmiş olur. (Eğer şunu yaparsam kâfir olayım) gibi küfre sebep olan bir şeyi yemin kastı ile söylemek de yemin olur. Yemin kastı ile söylemedi ise kendisi kâfir olur. Onun için kâfir olayım sözünü hiç söylememeli!
(Babamın başı için, çocuğumun, annemin ölüsünü öpeyim...) diye yemin etmek haramdır. Tevbe etmek gerekir. Allah’tan gayrısı için yemin edilmez. Bu yemin olmadığı için, bozulursa yemin kefareti gerekmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
Babam hakkı için diyerek yemin etmeyiniz! Yemin, Allahü teâlânın ismi ile olur. (Müslim)
Bir başka Hadis-i Şeriflerinde Peygamber Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor: İbni Ömer (radıyallahü anh) rivayet ediyor:
Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse muhakkak kafir olur. Başka bir rivayet ise muhakkak müşrik olur. (Tirmizi Kitabu’l-İman, 1535) şeklindedir.
Rasulullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem buyuruyor:
Kim Lat ve Uzza’ya onların adına yemin ederse hemen “La ilhe illallah” desin. (İmanını tazelesin.) (Buhari, Kitabü’l-Edeb, 6107)
Ashab-ı Kiram’dan bazıları (Allah onlardan razı olsun) Müslüman olmadan önce putlar adına yemin ederlerdi. İşte kimin dili (farkında olmadan) onlara yemine kayarsa ondan “la ilahe illallah” diyerek tövbe etmeleri istendi.
Haram işlemek veya ibadet yapmamak için yemin eden, yeminini bozar, sonra yemin kefareti verir. Mesela, (Şu işim olursa vallahi şarap içeceğim) diyen kimse, şarap içmez, yemin ettiği için yemin kefareti verir.
Helal malını haram ederek yemin etmekle o mal haram olmaz. Mesela, (Şu elbiseyi giyersem haram olsun) diyen kimse, sözünde durmayıp giyse, elbisesi haram olmaz. Fakat, o elbiseyi giyince, kefaret vermesi gerekir.
Yalan yere yemin büyük günahtır. Doğru olarak çok yemin etmek de uygun değildir. Allahü teâlânın ismine ve yemine kıymet vermemek olur. Şarkılarda, türkülerde, eğlencelerde yemin etmek de böyle günah olur. (Dürr-ül Muhtar)[3]
Doğru olsa bile çok yemîn etmek, son nefeste îmânsız gitmeğe sebep olur. Doğru olarak çok yemîn etmek Allahü teâlânın ism-i şerîfine ve yemîne kıymet vermemek olur. Bunlara kıymet vermeyerek yemîn etmek çok çirkin olur. (A.Haskefî, İbn-i Âbidîn)
Yemin de kendi arasında kısımlara ayrılır:
1.Yemîn-i Gâmûs: Günâha ve Cehennem'e sokan yemindir. Geçmişteki bir şey için, bile bile yalan söyleyerek, yemin etmektir.
Yemîn-i gâmûs eden kimse için peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: Kim yalan yere yemîn ederse, Allahü teâlâ onu Cehennem'e koyar. (Merginânî)
Yemîn-i Gâmûs büyük günâhtır. Pişman olunca tövbe edilir. Keffâret verilmez. (İbn-i Âbidîn)
2.Yemîn-i Lağv: Boş yere yemîn. Geçmiş bir şey için zan ile yanlış yere yemîn etmektir. Bunda günah ve keffâret yoktur. Ancak dil alıştığı için bazen küfre düşülmesinden korkulur.
3. Yemîn-i Mün'akıde: Geleceğe âit bir iş hakkında meselâ ilerde yapacağım veya yapmayacağım diyerek yapılan yemindir.
Mün'akıde yemin üç türlüdür:
Birincisi zaman bildirmeden yapılır. Meselâ döğeceğim diye yemîn edince, ikisi de sağ kaldıkça, döğmezse yemîn bozulmaz. Biri ölünce bozulur. Döğmeyeceğim diye yemîn edince, ölünceye kadar döğmezse, sonsuz olarak bozulmaz. Bir kerre döğerse bozulur. Keffâret denilen cezâsını yerine getirir ve yemin biter. İkinci defâ döğerse, keffâret vermez.
İkincisi, zaman bildirilerek yapılan yemindir. Zamânı gelmeden bozarsa, keffâret lâzım olur. Zamânı gelmeden önce ölürse yemin bozulmaz.
Üçüncüsü, şarta bağlı yemindir. Yemin ettiği şeyin yapılıp, yapılmamasını, kendinin veya başkasının bir şeyi yapıp yapmamasına bağlamaktır. Zaman söylenmedi ise, hemen yapmak, zaman söylendi ise, zamânın sonuna kadar yapmak lâzımdır.




[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları
[3] Yorum.islamiyet.gen.tr/dini-sohbet/43676-yemin-etmek.html

YALANCI ŞAHİTLİK

YALANCI ŞAHİTLİK[1]
*ŞAHİDLİĞİ GİZLEMEYİN... (BAKARA, 283)
Yalancılık, insanlar nazarında çok çirkindir. Çünkü bu, karşısındakini aldatmaktır. Müslüman, aleyhine de olsa, doğrudan ayrılmaz, yalan söylemez. Yalan söylemekte dünya ve ahiret için felaket vardır.
Yüce Melâmız bizlere bu konuda şöyle buyurmaktadır:
وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا {72}
Onlar yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler. (Furkan, 72)
Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimsenin, hatır ya da çıkar için hâkimin huzurunda yalancı şâhitlik yaparak haklıyı haksız, haksızı haklı çıkarmaya çalışması, büyük bir vebaldir. Çünkü yalancı şâhitlik, Allah’a şirk koşmadan sonra gelen, büyük günahlardan birisidir.
Bu konudaki bir Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır. İbni Hüzeyme ve İbni Hibban’ın rivayetinde:
Yalan yere şahitlik Allah’a şirk koşmakla bir tutulmuştur. (Ebu Davud, Kitabu’l-Akziya, 3599)
Yalancı şahitlik, Allah'a şirk koşmadan sonra gelen, büyük günahlardan birisidir. Yalancı şahitlik yapanın, her şeyden önce kendine kötülük ettiğini bilmesi gerekir.
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
Tanıklık etmek için çağrılıp bildikle­rini söylemeyen; yalan söyleyenin günahına uğrar. «Yalan söyleyenle denktir.»
Yalan yere şahitlik yapan bir çok büyük günahı bir arada işlemiş olur.
Birincisi: Yalan ve iftiradır.
Muhakkak ki Allah müsrif yalancıları sevmez. (Mü’min, 28)
Hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur:
Mü’minin tabiatı her şeye uyabilir. Ancak hiyanet ve yalan hariç. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/252)
İkincisi:Aleyhine şahitlik ettiği kişinin malı, ırzı ve ruhu onun şahitliğiyle alınmış olur.
Uçüncüsü: Lehinde şahitlik yaptığı kimseye de zulmetmiş olur. Zira onun şahitliği sayesinde kendisi haram malın sahibi olur ve bu sayede de cehennem ateşini kazanır.
Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem:
Ben kime haksız olarak kardeşinin malını hükmedersem verirsem onu almasın. Zira ben ona ateşten bir parça kesmiş olurum. (Buhari, Kitabu’ş-Şehadet, 2680)
Dördüncüsü: Allah’ın koruduğu ve haram kıldığı malı, kanı ve ırzı, mübah kılmış olur.
Rasulullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem bu hususla ilgili olarak şöyle buyurmuştur
Her bir Müslümanın malı, kanı ve namusu diğer bir Müslüman’a haramdır. (Buhari, Kitabu’l-Edeb. 665)
Ebû Bekre (ra) anlatıyor: Resûlullah Sallallâhü Aleyhi ve Selem:
-Büyük günahların en büyüğünü size bildireyim mi? diye sordu. Biz: “Evet ya Resûlallah, bildir” dedik. Şöyle buyurdu:
-“Allah’a şirk koşmak, ana-babaya karşı gelmek. Resûlullah (sav) yaslanırken doğrulup oturdu ve: “Dikkat edin, bir de yalan söz ve yalana şahitlik etmektir” buyurdu. Aynı sözü o kadar tekrarladı ki, biz (içimizden) “Keşke sussa” dedik. (Buhari, Müslim) [2]
YALAN ŞAHİTLİĞİN ZARARLARI
*YALANCININ VASIFLARI; EVVELA DALKAVUKLUK, YERSİZ VAAD, SONRA AHLAKSIZLIK VE EN SONRA GIYBETTİR. HAZRETİ ALİ
İslâm şeriatı, kötü sonuçlara, insanın dini ve dünyası açısından onulmaz zararlara sebep oldukları için, çeşitli korkutma ve ürkütme yöntemleriyle yalancı şahitliği yasaklamıştır. Bunun za­rarlarını şöylece sıralayabiliriz:
1.Yalancı şahitlikte bulunan kişi, kendi nefsine büyük bir kötülük etmektedir. Çünkü kendini Allah'ın gazabı­na ve yukarıdaki nasslarda işaret edilen azaba maruz bırakmaktadır.
2.Ayrıca yalancı şahitliği ile desteklediği kimseye de büyük bir kötülük yapmaktadır. Çünkü bu davranışıyla onu, insan­ların haklarını çiğnemeye, mallarını gasbetmeye ve itibarlarını zedele­meye teşvik etmektedir.
3.Öte yandan, yalancı şahitlikle, aleyhinde bulun­duğu kimseye de kötülük etmektedir; onu düşürmekte, hakkının yenil­mesine neden olmakta ve manen yıkılmasına sebep olmaktadır,
4.Bozgunculuğun ve anarşizmin yayılmasına, dinî ve ahlakî değer­lerin yıkılmasına neden olduğu için, içinde yaşadığı topluma da büyük bir kötülük etmektedir.
5.Bu davranışıyla, her müslümanın uymak ve hükümlerini uygula­mak zorunda oldukları İslam şeriatına da kötülük etmektedir. İslâm şe­riatının koyduğu sınırları çiğnemekte, kutsal prensiplerine muhalefet etmektedir.

[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Büyük Günahlar, İmam Zehebi, Ravza yayınları, İstanbul, 2001/68

YALAN SÖYLEMEK

YALAN SÖYLEMEK [1]
*MÜ’MİNİN TABİATINDA HER ŞEY OLABİLİR. ANCAK YALAN VE HİYANET HARİÇ.
(HADİS-İ ŞERİF) (AHMED B. HANBEL, 5/252)
Yalan; Uydurma, düzme, kizb, sahte anlamlarındadır. Yalan, bildiğinin aksini söylemektir. Aldatmak niyetiyle ve gerçeğe aykırı olarak söylenen sözlerdir. Sözün realiteye uymaması halidir. Doğru, gerçek olmayan, uydurma, asılsız söz ve haberler de yalan konuşmak sayılır.[2]
Yalan, bildiğinin aksini söylemektir. Kusurların ve suçların çirkinidir. Günahların ve kötülüklerin kaynağı, kötü şöhretin ve ahlâkî düş­künlüğün sebebidir. Yalancılık, insanlar nazarında çok çirkindir. Çünkü bu, karşısındakini aldatmaktır. Halbuki, insan ihtiyaçlarını sağlayabilmek için diğerlerinin yardımına ve doğru sözlerine muhtaçtır.
Yalancı olan insanlar arasında geçim olmaz. İslâmiyette yalan yere yemin ve şahadet etmek büyük günahlardandır. Yalan, ruhi bir hastalıktır. Bu hastalıktan kendisini korumak her insan için bir vazifedir. Müslüman, aleyhine de olsa, doğrudan ayrılmaz, yalan söylemez. Yalan söylemekte dünya ve ahiret için felaket vardır.
Bu yüzden İslâm şeriatı yalanı haram kılmış ve bu niteliğe sahip olanları, Kitap ve Sünnet'te azapla tehdit etmiştir: Yüce Allah (Celle celeelüh) şöyle buyuruyor:
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ {10}
Kahrolsun yalancılar! (Zariyat, 10)
إِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَأُوْلـئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ {105}
Yalanı, ancak Allah'ın âyetlerine inanmayanlar uydurur, yalancılar işte onlardır. (Nahl, 105)
Allah aşırı giden, yalancı olan kimseyi doğru yola iletmez. (Mü'min, 28)
Ali b. Hüseyin çocuklarına şöyle derdi: ‘Yalandan sakı­nın. Küçüğünden de, büyüğünden de, şakasından da; çünkü bir insan küçük yalan söylediği zaman, büyük yalan için de cesaret bulur. Resu­lüllah'ın (S.A.V.) şöyle buyurduğunu bil miyor musunuz?
Kul, doğru söyleme­yi sürdürürse, sonunda Allah onu sıddtk olarak yazar. Eğer yalan söylemeyi sürdürürse, onu yalancı olarak yazar.
Meryemoğlu İsa aleyhisselam buyurmuştur ki: "Kimin yalanı çoksa, güzelliği, sevecenliği yok olur."
Resulullah efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem de veda haccında yaptığı konuşmada şöy­le buyurmuştur:
Benim demediğim şeyler, birer yalan olarak çokça söylendi ve bundan sonra da bu tür yalanlar söylenecektir. Kim bilinçli olarak benim demediğimi, ben demişim gibi söylerse, ateşlen oturağına şimdiden hazırlan­sın. Size bir hadis ulaşırsa, onu Allah'ın Kitabı'na ve sünnetime göre değerlen­dirin. Allah'ın Kitabı'na uyanı alın, Allah'ın Kitabı'na ve sünnetime uymayanı ise, terkedin.
Bir ayette Allah Celle Celelüh Ebadürrahman yani Rahman’ın kullarının vasıflarını anlatmaktadır. O şöyle buyurmaktadır: Vellezine La yeşhedunezzüre ve iza merru billağvi merru kirama (Furkan, 73) Yani: Ebadürrahman (Rahman’ın kulları) la yeşhedunezzur’un Ebadürrahman yalanın yüzünü dahi görmez. Bu ayetin son bölümü olan ve iza merru billağvi merru kiramanın meali şöyledir: “Ve boş, lüzumsuz şeylerin yanından geçerken pek ağırbaşlı olarak geçerler.
Lağv olan her şey de bir çeşit yalandır. İşte bundan dolayı sözün gelişi ve ayetin anlatım biçimi “Ebadürrahman yalanın yüzünü dahi görmez” şeklindeki meali doğrulamaktadır.
Bu çağda özellikle doğulu milletler yalana avlanmışlardır. Batılı milletler ise gün geçtikçe bu hastalığa yakalanmaktadır. Ama bilfiil her ikisinin hastalıkları arasında büyük fark vardır. Pakistan, Hindistan, Bengladeş ve Afrika’nın büyük bir kısmında yalan söylemek alışkanlık haline gelmiştir. Ama yalan dünyadan (huzur, barış ve emniyeti) yokedip onu felakete götüren insanoğlunun en büyük zaafıdır. Bu hastalık başlangıçta alelade bir zaafmış gibi görünür. Ama bu zaaf belli bir zaman diliminde büyük günahların en büyüğü oluverir.
Her hastalığın kökü yalandır. Şirk de yalandan filizlenir. Doğrusu şirkin en büyüğü yalanın ta kendisidir. Söylenen her yalanın yalancı bir ilah uğruna söylendiğini ve insanın durup dururken yalan söylemeye ihtiyacı olmadığını görürüz.
Daima doğruyu söylemek insan yaradılışının gereğidir. O yaradılış gereği doğruyu söylemeye meyillidir. Bir insan günlük hayatında ne kadar yalana meyilliyse o, o kadar çok sahte ilahlara tapmaktadır. Yalan daima sahte bir ilaha kul olmak ve tapmak niyetiyle söylenir. Mesela insan günlük alelâde konuşmaları esnasında, bir suçunu gizlemek istediğinde yalana sığınarak gerçeği gizlemeye çalışır. Böylece o gerçeklere sırt çevirerek dünyayı kandırıp bir amaca ulaşır. Şimdi Allah’a ibadet edenin bir amacı vardır. O da her güzelliği ve iyiliği ibadet yoluyla elde etmektir. Ama Allah ile bağlarını büsbütün koparan kimseler aynı amaca yalan vasıtasıyla ulaşmaya çalışır ve her hedefe ulaşmak için yalanı bir araç olarak kullanırlar. Sonra bu alışkanlık hayatın her bölümünü kapsayacak kadar ilerler.
Nitekim siyaset ve ticaret yalan etrafında dolaşır. Karı-koca, anne baba ve çocukları arasındaki ilişkiler yalanın ta kendisi olur. Arkadaşlık ve dostluk yalandan ibaret olur. Böylece hayat riyakârlıktan öte bir şeyi ifade etmez. İnsan ömür boyu yalana tapar. O kendinin bir müşrik olduğunu bilmez. Halbuki canını Allah’a teslim ederken bir müşrik olarak ölmüştür.
[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları

VESVESELİ OLMAK

VESVESELİ OLMAK[1]
*DOSTLARIMIZDAN ŞÜPHELENMEK, ONLARIN İHANETİNDEN ÇOK DAHA UTANÇ VERİCİDİR. (LA ROCHEFOUCAULD)
Vesvese; Kuruntu, vehim, kuşku, işkil, şüphe, fısıltı, hışırtı ve fışırtı gibi gizli ses, fiskos, tereddüt, iç üzüntüsü, aslı olmayan ihtimaller demektir. Nefs ve şeytanın meydana getirdiği iç karışıklığı olup zararlı olan şüphe, kuruntulardır. İman ve itikadi konularda akıllara gelen karışık düşüncelere de vesvese denir. İbadetlerde iyi ve kötü olanları karıştırmak, yani insanı Allah'ın emirlerine karşı gelmeye ve ibadetleri layıkıyla yapmağa engel olmak için şeytanlar tarafından sokulan fitnelerdir. Kalpte meydana gelen şüphe, tereddüt, vehim, kuruntu, iç üzüntüsü, nefis ve şeytanın meydana getirdiği iç karışıklığı anlamları için kullanır.[2]
Zıddı tereddütsüz, kararlı, emin ve azimli olmak demektir. Vesvese ile ilgili bir âyetin meali de şöyledir:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ وَنَعْلَمُ مَا تُوَسْوِسُ بِهِ نَفْسُهُ وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ {16}
Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesvese verdiğini fısıldadığını biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf ,16)
Bu âyette Yüce Allah'ın kudretine işâret buyurulmaktadır. O, insanı yaratan, yoktan var edendir. İnsanların gizli ve açık her şeylerinden haberdardır. İnsanın kalbinden geçirdiği vesvese ve düşüncelerin tamamına vakıftır.
Hiç şüphesiz, şeytanın verdiği vesvese insanı imandan ve ibâdetten uzaklaştırır; fert, aile ve toplumun hayatında çeşitli sıkıntıların meydana gelmesine sebep olur.
Görüldüğü gibi, Kur'ân ve sünnette vesvese tasvip edilmemiştir. Bilhassa vesvese ile ilgili bütün âyetlerde, vesvesenin şeytandan geldiğine işaret buyurulmuştur. Buna göre İslâm vesveseden sakınmayı istemiştir. Çünkü vesvese faydalı değil, zararlı olan bir şeydir. Vesveseye kapılan insan, ibadetlerinde yanılır, çeşitli hatalara düşer ve haz almaz. Vesvese insanı yanlış ve batıl yollara saptırır. Hatta vesvesenin neticesinde insan akli dengesini bile kaybedebilir.[3]
Anlatılır ki, namaz vakti yaklaşınca iblis avanesine yeryüzüne dağılmalarını ve insanlara yaklaşarak namaz mevzunda onları meşgul etmelerini emreder. Bunun üzerine bütün şeytanlar yeryüzüne dağılırlar. Herbiri, namaz kılmak isteyen bir kimseye yaklaşarak önce namaz vaktini geçirtmeye çalışır. Bunun için, o kimseye çeşitli meşgaleler çıkarır. Eğer bütün gayretlerine rağmen buna muvaffak olamazsa, bu sefer de kıldığı namazın rükularını, secdelerini, kıraatlerini... eksik yaptırtmaya çalışır. Bunu da yapamazsa kalbine, dünyevi meşgalelerle alakalı çeşitli vesveseler verir.
Şeytanın insanoğluna bu düşmanlığı Adem (Aleyhisselam)’e secde etmemesi ile başlamış kıyamete kadar da sürecektir. Aklı başında olan bir kişinin yapacağı şey, şeytanın vesveselerine kapılmamak ve delalete düşmemek için onunla daima savaşmak, cihat etmektir. Muhakkak ki şeytan mü’minlerin açık bir düşmanıdır.

KISSA VE HİKAYELER

KÜREK OLAN BEL
* CÂHİLİN YÜZ FAYDASI BİR ZARARINI KARŞILAMAZ. (NÂSIR-I HÜSREV)
Şarlatan bir kul vardı. Ne istediğini, ne yapacağını bilemeyen bir kul. Daima müracaat ederdi. Amma çok kişilerin müracatı gibi ne söylediğinin bilincinde de değildi. Diyordu ki:
-Ya Rabb’i! Hızırını bana gönder, bir dileğim var.
Bu istek ve müracaatı hayatı boyu virt edinmişti. Bir gün su getirmek için elindeki bel ile ark yani suyun istenilen yere akıtılması için toprağa kanal açıyordu. Yanında bir zat belirdi:
-Ben Hızır’ım dedi. Bir dileğin varmış, Hazret-i Allah’a kabul etti. Söyle, icra edilecek.
Hayatı itimatsızlıkla geçmiş, safdirik kul:
-Hızır olduğuna inanmam, evvelâ beni inandır demez mi?
-Söyle, ben seni nasıl inandırabilirim? Unutma ki, bir dileğin var! Anlamsız, lüzumsuz icraata beni zorlama.
Rahmet suyunun içeriye nüfuz edemediği granit taşına benzer mana yoksunu. Kalbi itirazında israren:
-Hızır olduğunu ispat et, diyordu.
-Nasıl ikna edeyim, söyle? Unutma ki bir dileğin var!
Hızır (aleyhi’s-selam)’ın uyarılarına rağmen “salak bonservisli” bilgisizce, hayrı şerden ayırt edemeyen akıl fukarası:
-Elimdeki beli kürek yap ki, inanayım. Dedi.
Hızır (aleyhi’s-selam) üzülerek, verilen vazifeyi yerine getirdi. İşe yarayan bel işe yaramayan kürek olmuştu. Vazifesi biten Hızır (aleyhi’s-selam) artık görünmüyordu. Kaybını gören, sonunun hüsranla bittiğini iyi anlayan akıl fukarası:
-Hızır olduğunu iyi anladım. İtimatsızlık ve beceriksizliğimden, işime yarayan beli işe yaramayan kürek yaptırdım, diye hatasını anladı. Fakat iş işten geçmişti. İmanındaki mana yoksunluğundan dileği zararına tahakkuk etmişti.[4]


[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları
[3] İnternet- İslam Ansiklopedisi- Nureddin TURGAY


[4] İnternet

UYUŞTURUCU KULLANMAK

UYUŞTURUCU KULLANMAK[1]
* SU İÇMEK, İNSANIN KENDİSİNİ NE HASTA, NE BORÇLU NE DE KARISINI DUL YAPAR.
JOHN NEALE
Yunanca uyku anlamında ki "narke"den gelen ve İngilizce'ye "narkotik" olarak geçen uyuşturucu sözcüğü, uyuşturma özelliği olan, uyuşturan, duymaz hale getiren demektir.
Uyuşturucu madde kavramı genellikle, uyuşturma özelliğine sahip maddeleri ifade eder. Ancak, keyif veren, kışkırtan, yatıştıran, uyanıklık sağlayan kimi maddeler içinde kullanılmaktadır. Uyuşturucu maddeler; merkezi sinir sistemini etkileyerek kullanan kişinin ruhsal ve fiziksel dengesini bozan; bu kişide fiziksel ve ruhsal bağımlılığa yol açan; kişisel ve toplumsal yönden ekonomik ve sosyal çöküntü oluşturan maddelerdir.
İslam'da aklı uyuşturan bedene zarar veren her şey haram­dır. Bir şey sağlığı bozuyor, düşünceyi dumura uğratıyorsa insanı yaratılış gayesinden uzaklaştırır, insanı insanlıktan çıkarır.
Sinir sistemini uyuşturan ve böylece kişinin düşünme ve muhakeme melekesini yok eden maddeler, uyuşturucu maddelerdir. Sürekli uyuşturucu madde kullanan kimselerde bu maddelere karşı bağımlılık meydana gelir. Artık o maddeyi kullanmadan duramaz. Çok çeşitli uyuşturucu maddeler vardır. Bunlar; alkol, morfin, eroin, kokain, afyon, eter, esrar ve hap gibi maddelerdir. Yatıştırıcılar ve uyku ilaçları da uyuşturucu maddelerindendir.
Uyuşturucu alışkanlığı günümüz insanının en büyük sosyal problemlerinden birini oluşturmaktadır. Materyalist ve kapitalist toplumlarda, sistemlerin çarpıklıklarından ortaya çıkan sosyal problemler, insanları uyuşturucu maddelerin tutsağı haline getirmektedir.
Uyuşturucu kullananların bağımlılıkları, onları fuhşa, günaha, ve dolayısıyla murdar olmalarına yol açmaktadır. Aklı olmayanın dini de olmaz ilkesinin yer aldığı İslâm'da, sarhoşluk haramdır. Sarhoş eden bir şey, beyin işlevlerini etkileyerek akıl dinamiklerini ortadan kaldırır. Bu sebeple İslâm toplumlarında aklı korumak esastır ve sarhoş edici her şey yasaktır.[2]

SARHOŞLUK VEREN MADDELER
*AKILLI ADAMLARIN TEK İÇKİSİ SUDUR. THOREAU
Allah'a ve âhiret sorumluluğuna inanan bir müslüman edebini, be­denini ve servetini koruyabilmek için sarhoşluk veren içkilerden ve uyuşturucu maddelerden uzak durmak zorundadır. İçkiyi haram kılan âyet-i kerimenin taşıdığı ifade, haram olan hususun sadece içmek olmayıp, içkiyle alâkası bulunan her işin bu yasağa dahil olduğunu açığa koymaktadır.
Uyuşturucu maddeler ve sarhoşluk veren içkiler, dert kaynağıdır, deva değil; hastalık sebebidir, şifa değil! Bu hikmeti tesbit eden bir hadis-i şerifte:
Allah, sizin üzerinize haram kıldığı bir şeyde şifa yara­tacak değildir. (Feyzü'l-Kadir, c. 2, sh. 252) buyrulmaktadır.
Cumhûr-u ulema, şarabın haram edilmesi, şeriatın onu pis sayması ve onun hakkında rics ismini kullanması ve ondan sakınılmasını emretmesinden yola çıkarak içkinin necasetine hükmettiler.
Âyeti kerimede:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ
الشَّيْطَانِ فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 90
Ey iman edenler! içki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi, pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. (Mâide, 90)

KISSA VE HİKAYELER

BEDDUA
* HEP İÇKİ İÇENLER, İÇKİNİN TADINI BİLMEZLER. PRİOR
Hazreti Ömer Radıyallahü Anh Hazretleri naklediyor:
Rasulullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem zamanında Abdullah isminde “el-hımâr” lakabıyla meşhur birisi vardı; sık sık Rasulullah’ı güldürürdü.
Bir defasında içki içtiği için Efendimiz onu cezalandırmıştı. Başka bir defasında yine içki yüzünden huzura getirildi; Efendimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem emretti, yine ceza uygulandı.
Onun bu şekilde bir kaç defa cezalandırıldığını gören birisi:
-Allah ona lânet etsin! Ne kadar da çok içki içiyor, diye lânet okudu. Bunu duyan Rasulullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem:
-Ona lânet etmeyin! Vallahi o Allah ve Rasulünü seviyor, buyurdu. (Buhari, Ebû Ya’lâ)
Ebu Hureyre’nin (R.A.) aktardığı bir olayda da, yine içki yüzünden ceza verilen bir kimseye oradakilerin beddua etmesi üzerine Rasulullah (A.S.):
-Böyle söylemeyiniz! Kardeşinize karşı şeytana yardımcı olmayınız! (Buhari) Allahım onu affet, onu doğru yola ilet. Allah sana acısın deyiniz. buyuruyor. (Kandehlevî)

[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008

[2] İnternet- İslam Ansiklopedisi- Hamdi DÖNDÜREN

TEMBELLİK ETMEK

TEMBELLİK ETMEK[1]
*APTALLARIN TATİLİ TEMBELLİKTİR, BİTMEZ. ALBERT EİNSTEİN
Tembel; Üşengeç, çalışmayı, iş yapmayı sevmeyen, az iş çıkaran anlamlarındadır. İşte ağır davranan kişi de tembeldir.
Tembellik; Tembel olma durumu, tembelin hali, tembelce davranma, çalışmayı iş görmeyi sevmeme, çaba göstermekten, sıkıntıya katlanmaktan kaçma manaları için kullanılır.[2]
Tembel kelimesi farsçadır. Çalışmaktan hoşlanmayanlara, üşengeçlere, gönülsüz davrananlara tembel denir.
Tembel insan uyuşuk ve pısırıktır. Bir iş yapmayı sevmez. Daha sonra yaparım diyerek erteler. Bunun için de hayatta başarılı olamaz.
Bütün peygamberler, insanları tembelliğe karşı uyarmışlar, onları çalışmaya teşvik etmişler ve tembelliği yasaklamışlardır.
Nitekim Cenab-ı Hak buyurmuştur:
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى {39}
Hakikaten insan için kendi çalıştığından başkası yoktur. (Necm, 39)
Basiret gözleri açık kimseler katında bu tür tevekkül kabul edilebilir bir tutum değildir. İmanın hakikatına ulaşmışlar katında uhrevi işlerde tembelliği tercih etmek ve bunu bazı delillere bağlamak büyük bir gaflettir.

TEMBELLİĞİN ZARARLARI
* ÇOK ALDATICI ŞEYTAN DA SAKIN SİZİ ALLAH’IN HİLMİ VE İMHALİ İLE ALDATMASIN. (FATIR, 5)
KELİMELERİN GÜÇLERİ: Üç tür kelime kullanırız: Nötr kelimeler, Zayıflatıcı kelimeler, Güçlendirici Kelimeler.
Önemli enerji kaynaklarından veya tüketicilerinden biri kullandığımız kelimelerdir. Hayatımızı kullandığımız kelimeler yönetiyor. Kelimelerimizi biz yönetmezsek onlar bizi yönetecekler. Güçlendirici kelimeleri seçelim.enerjimizin artığını göreceğiz. Bu kelime gruplarını kısaca şöyle açıklayalım:
Nötr kelimeler: Bunlar, üzerinde hiçbir yük bulunmayan, hiçbir şeyi itmeyen veya çekmeyen kelimelerdir. Atom içindeki nötron parçacıkları gibi. Duygu yönü sıfır olan kelimelerden söz ediyoruz. Örneğin: Normal, sıradan, şey, iş, önce, sonra, gün, akşam vs. Bu tür kelimelerde hiçbir olumlu veya olumsuz çağrışım yoktur. İyi değildirler, kötü de değildirler.
Zayıflatıcı kelimeler: Bu kelimelere dilin doğasında olumsuz anlamlar, olumsuz duygular yüklüdür. Zayıflatıcı kelimelerle çirkinlikleri, kötülükleri tanımlarız. Bu kelimeleri her kullandığınızda enerji yükünüz azalır. Kelimeler tekrar edildikçe olumsuzluk yükü artar, kocaman bir duygu çöplüğü oluşur. Bu kelimeler: Alçak, şerefsiz, adi, başarısız, çirkin, tiksindirici, pahalı, korkunç, zor, acı, öldürücü, kanlı, katil, tembel, eski vs. Zayıflatıcı kelimeler onları dinleyenlerin zihinlerinde coşkuyu azaltan görüntüler oluştururlar. Bu kelimeleri kullandıkça psikolojik gücümüz azalır. Yüzlerce defa "şerefsiz" diyen insan, şerefsizleri aşağılasa da bir gün aşağıladığı şerefsizlerin arasında bulur kendisini. Lanet edenler çoğu zaman aslında kendilerine lanet ettiklerinin farkında değildirler.
Güçlendirici Kelimeler: Olumlu yük taşıyan güçlendirici kelimeleri her kullanışınızda ruhunuzun güçlendiğini görürsünüz. Dinleyen herkes güçlü kelimelerinizin etkisiyle sizde sihirli bir güç olduğunu sanır. Güçlendirici kelimeleri kullandıkça manevi gücünüzün, özgüveninizin, coşkunuzun arttığını göreceksiniz. Bu kelimeler, onları her tekrar edişinizde sizi daha güçlü ve etkileyici gösterecek. Dahası mıknatıs gibi bir çekiciliğe sahip olacaksınız. Enerji yükü en fazla olan güçlendirici kelimeler: Büyük, farklı, şimdi, hızlı, fırsat, harika, bedava, kazançlı, yeni, kolay, heyecan verici, kesin. Diğer güçlendirici kelimelerden bazı örnekler: Sır, başarı, zafer, yapmak, cesaret, saygı, önem, sevgi, saygı, barış, oyun, gülmek, yardım, vermek, yükselmek, eğlenmek. Bu kelimelerin her birinin eş anlamlısı olan onlarca kelime bulabilirsiniz. Güçlendirici kelimeleri diğerlerinden ayırmalı ve onları her fırsatta yüzlerce kez tekrar etmeliyiz.[3]

TEMBELLER İTALYA`DA BİRARAYA GELDİ
*TEMBELLİK, İNSANI ESİR YAPAR. (FİRDEVS)
Nefsin tamamen azgınlaştığı insanın şeytanın kuklası olduğu bu zamanda Allah-ü Teâla Celle Celelüh’un istemediği birçok davranış yeni keşfedilmiş bir icat gibi değerlendirilmektedir.
Tembeller dün İtalya`nın kuzeyindeki Vale d`Aosta`da buluştu. Rosa tepesinin eteklerinde, göl kıyısında tembelleri biraraya getiren toplantının, Avrupa`da bir ilk olduğu belirtildi. Yaklaşık 2000 kişinin katıldığı gösteride, tembellik performansını yükseltici alıştırmalara da yer verileceği kaydedildi.
İtalyan komedi sanatçısı Gianni Fantoni, tembeller toplantısını açarken yaptığı konuşmada, ``Buna aslında toplantı demek doğru olmaz. Zira tembeller toplanamazlar. Zira toplanabilmeleri mümkün olmadığı gibi bu türden bir arzuları da yoktur. Acelesi olmadan, gelen gelecektir`` dedi. Göl kıyısındaki şezlonglara uzanan tembeller, akşam saatlerinde performanslarını artırıcı alıştırmalara ağırlık verdiler.
[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları
[3] İnternet, gençbeyin

TAMAHKÂR OLMAK


TAMAHKÂR OLMAK[1]
*SAKIN TAMAHKÂR OLMAYIN! TAMAH, FAKİRLİĞİN TA KENDİSİDİR. (TABERÂNÎ)
Tamah; Hırsla isteme, aç gözlülük, çok isteme, haris olma, doymazlık demektir. Bir şey göz dikip bakmadır. Dünyâ lezzetlerini harâm yollardan aramağa tamah denir. Dünyaya olan bağlılık ve mala kârşı duyulan hırstır. Paraya ve mala aşırı ölçüde düşkün olan kimse tamahkârdır.[2]
Tamah, cahiliye ahlakını yaşayan insanları bu uğurda herşeyi göze alabilecek bir tavır içerisine sokar. Konu eğer dünyadan istifade etmekse, kişi bu arzusunu tatmin etmek için tamahkâr bir yapı göstermekten hiçbir şekilde çekinmez. Hayatın kısalığının farkındadır ve bu süreyi ahiret için çalışarak geçirmektense, dünyaya yönelik olarak değerlendirmenin en akılcı yol olduğuna inanır. Bunun için de kârşısına çıkan fırsatları hep bu uğurda harcayarak dünyaya biraz daha tamah eder.
Bu yapı, cahiliye toplumunun geneline hakim olduğu halde, yalnızca belirli bir kesime mal edilerek örtbas edilmek istenir. Sadece bazı açgözlü insanların tamahkâr bir karakter sergileyebilecekleri imajı oldukça yaygındır. Oysa, tamahkârlık cahiliye ahlakının dünyaya ve insanlara bakış açısını en açık yansıtan özelliklerinden biridir.
İnsanı bir tabak yemeğe dahi tenezzül ettirten bu ahlak, uyanıklık kafasıyla uygulanır ama tam aksine kişiyi akıl almaz derecede küçük düşürür.
Dünya hayatına yönelik bu tür bir bakış açısına sahip insanların en belirgin özelliklerinden biri tamahkârlıktır. Tamahkârlık gösterip basit menfaatlerin peşinden koşmak, kişiyi daima küçük düşürür.
Allah-ü Teâla Celle Celelüh bizlerin dünyaya aldanmamamızı istemekte ve önümüzdeki o muhteşem kıyamet gününe hazırlanmamızı istemektedir. Bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
إِنَّ هَؤُلَاء يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءهُمْ يَوْمًا ثَقِيلًا {27}
Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan dünyayı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan, 27) buyurarak ebedi hayatı istememizi istemektedir.Allah Celle Celelüh Kuranda bizlere:
Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah size ahireti istemektedir... (Enfal, 67) buyurmaktadır.
Tamahkârlık insanı alçaltan bir tutumdur ve manen büyük zarara yol açar. Tamahkâr bir kişi, hırsı yüzünden sahip olduğu üstün değerleri bırakârak değersiz şeylerin peşine düşer. Allahın rızasını, rahmetini ve sonsuz nimetlerle donatılmış cennetini istemek ve bunun için çaba göstermek yerine, dünyanın düşük ve geçici yararını ister. Hırsla dolu olduğundan ilerisini görmeyip sadece içinde bulunduğu anı, hemen elde edebileceğini düşündüğü menfaatleri gözetir.


KISSA VE HİKAYELER

ZENGİNLİK İÇİNDE YAŞIYORUM
* EY HÜKÜMDAR, ŞU DÖRT HACETİMİ YERİNE GETİR;
BEN DE EL VE YÜZ ÖPEREK, SANA KULLUK EDEYİM.
1-BEN ÖLÜMSÜZ BİR HAYAT İSTERİM,
2-İHTİYARLIĞI OLMAYAN BİR GENÇLİK DİLERİM,
3-SEN BENİ DAİMA SIHHAT İÇİNDE VE SAĞ TUT;
4-ZENGİNLEŞTİR VE HİÇ BİR VAKİT FAKİR VE MALSIZ BIRAKMA..
KUTADGU BİLİG
Aşağıya alacağımız anekdot, kanaat sahibi olmanın göz kamaştırıcı, etkileyici bir tablosunu yansıtmaktadır;
Halil b. Ahmed el-Ferahidî, Basra'nın sazlıkları arasında, zorluklar ve çilelerle dolu bir hayat yaşıyordu. Arkadaşları ise, ondan edindikleri ilimle memleketin dört bir yanına dağılıp çeşidi faydalar temin etmeye çalışıyorlardı.
Anlatıldığına göre, Abbasî hanedanından Süleyman b. Ali, çocuğu­nu eğitmesi için ona bir teklifte bulunur. Ahfazdan bir elçi gönderir. Halil, Süleyman'ın elçisine kuru bir ekmek çıkârır ve der ki: "Yanımda bundan başka bir şey yok. Bunu bulabildiğim sürece Süleyman'a ihtiya­cım yoktur." Elçi: "Peki, O'na ne cevap ileteyim?" der.
Halil şunu söyler:
"Süleyman'a bildir ki, ona kârşı bolluk içindeyim, Zenginlik içinde yaşıyorum, ancak mal sahibi değilim, Yoksulluk nefistedir, malda değil bunu bil. Yine bunun gibi zenginlik de nefistedir, malda değil, güçsüzlük onu azaltmaz Kurnazca çabalar da senin için onu artırmaz."



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük Manaları

TAMAHKÂR OLMAK


TAMAHKÂR OLMAK[1]
*SAKIN TAMAHKÂR OLMAYIN! TAMAH, FAKİRLİĞİN TA KENDİSİDİR. (TABERÂNÎ)
Tamah; Hırsla isteme, aç gözlülük, çok isteme, haris olma, doymazlık demektir. Bir şey göz dikip bakmadır. Dünyâ lezzetlerini harâm yollardan aramağa tamah denir. Dünyaya olan bağlılık ve mala kârşı duyulan hırstır. Paraya ve mala aşırı ölçüde düşkün olan kimse tamahkârdır.[2]
Tamah, cahiliye ahlakını yaşayan insanları bu uğurda herşeyi göze alabilecek bir tavır içerisine sokar. Konu eğer dünyadan istifade etmekse, kişi bu arzusunu tatmin etmek için tamahkâr bir yapı göstermekten hiçbir şekilde çekinmez. Hayatın kısalığının farkındadır ve bu süreyi ahiret için çalışarak geçirmektense, dünyaya yönelik olarak değerlendirmenin en akılcı yol olduğuna inanır. Bunun için de kârşısına çıkan fırsatları hep bu uğurda harcayarak dünyaya biraz daha tamah eder.
Bu yapı, cahiliye toplumunun geneline hakim olduğu halde, yalnızca belirli bir kesime mal edilerek örtbas edilmek istenir. Sadece bazı açgözlü insanların tamahkâr bir karakter sergileyebilecekleri imajı oldukça yaygındır. Oysa, tamahkârlık cahiliye ahlakının dünyaya ve insanlara bakış açısını en açık yansıtan özelliklerinden biridir.
İnsanı bir tabak yemeğe dahi tenezzül ettirten bu ahlak, uyanıklık kafasıyla uygulanır ama tam aksine kişiyi akıl almaz derecede küçük düşürür.
Dünya hayatına yönelik bu tür bir bakış açısına sahip insanların en belirgin özelliklerinden biri tamahkârlıktır. Tamahkârlık gösterip basit menfaatlerin peşinden koşmak, kişiyi daima küçük düşürür.
Allah-ü Teâla Celle Celelüh bizlerin dünyaya aldanmamamızı istemekte ve önümüzdeki o muhteşem kıyamet gününe hazırlanmamızı istemektedir. Bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
إِنَّ هَؤُلَاء يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ وَيَذَرُونَ وَرَاءهُمْ يَوْمًا ثَقِيلًا {27}
Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan dünyayı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan, 27) buyurarak ebedi hayatı istememizi istemektedir.Allah Celle Celelüh Kuranda bizlere:
Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah size ahireti istemektedir... (Enfal, 67) buyurmaktadır.
Tamahkârlık insanı alçaltan bir tutumdur ve manen büyük zarara yol açar. Tamahkâr bir kişi, hırsı yüzünden sahip olduğu üstün değerleri bırakârak değersiz şeylerin peşine düşer. Allahın rızasını, rahmetini ve sonsuz nimetlerle donatılmış cennetini istemek ve bunun için çaba göstermek yerine, dünyanın düşük ve geçici yararını ister. Hırsla dolu olduğundan ilerisini görmeyip sadece içinde bulunduğu anı, hemen elde edebileceğini düşündüğü menfaatleri gözetir.


KISSA VE HİKAYELER

ZENGİNLİK İÇİNDE YAŞIYORUM
* EY HÜKÜMDAR, ŞU DÖRT HACETİMİ YERİNE GETİR;
BEN DE EL VE YÜZ ÖPEREK, SANA KULLUK EDEYİM.
1-BEN ÖLÜMSÜZ BİR HAYAT İSTERİM,
2-İHTİYARLIĞI OLMAYAN BİR GENÇLİK DİLERİM,
3-SEN BENİ DAİMA SIHHAT İÇİNDE VE SAĞ TUT;
4-ZENGİNLEŞTİR VE HİÇ BİR VAKİT FAKİR VE MALSIZ BIRAKMA..
KUTADGU BİLİG
Aşağıya alacağımız anekdot, kanaat sahibi olmanın göz kamaştırıcı, etkileyici bir tablosunu yansıtmaktadır;
Halil b. Ahmed el-Ferahidî, Basra'nın sazlıkları arasında, zorluklar ve çilelerle dolu bir hayat yaşıyordu. Arkadaşları ise, ondan edindikleri ilimle memleketin dört bir yanına dağılıp çeşidi faydalar temin etmeye çalışıyorlardı.
Anlatıldığına göre, Abbasî hanedanından Süleyman b. Ali, çocuğu­nu eğitmesi için ona bir teklifte bulunur. Ahfazdan bir elçi gönderir. Halil, Süleyman'ın elçisine kuru bir ekmek çıkârır ve der ki: "Yanımda bundan başka bir şey yok. Bunu bulabildiğim sürece Süleyman'a ihtiya­cım yoktur." Elçi: "Peki, O'na ne cevap ileteyim?" der.
Halil şunu söyler:
"Süleyman'a bildir ki, ona kârşı bolluk içindeyim, Zenginlik içinde yaşıyorum, ancak mal sahibi değilim, Yoksulluk nefistedir, malda değil bunu bil. Yine bunun gibi zenginlik de nefistedir, malda değil, güçsüzlük onu azaltmaz Kurnazca çabalar da senin için onu artırmaz."



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük Manaları

ŞÜPHECİ OLMAK

ŞÜPHECİ OLMAK[1]
*ŞÜPHE, ÇOĞUNLUKLA FAYDASI OLMAYAN BİR ISTIRAPTIR. SAMUEL HOHNSON
Şüphe; Tereddüt, kuşku, şek, zan, güvensizlik duygusu, işkillenme, kararsızlık, inançsızlık anlamlarındadır. Bir şeyin doğru olup olmadığına veya var olup olmadığına dair kati kanaat ve bilgi sahibi olmamak halidir. Bir konuda kesin bilgi veya kanaate varamamaktan doğan tereddüttür. Bir şeyle, bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu tam olarak bilememekten, kestirememekten doğan kararsızlık, güvensizlik duygusudur. Zihnin, bir şey için var veya yok demeyip duraklamasıdır. Başkalarının iyi niyet ve amaçlarını kötüye yorarak işkillenme duygusudur.[2]
Şüphe veya şüphecilik inanç, ibadet, günlük muameleler ve ceza hukukunda sonuçlar doğurur. Karıştırma anlamında Arapça bir kelimedir.
Bir kimsenin mümin sayılması için iman esaslarını şeksiz ve şüphesiz kabul etmesi gerekir. Kalbinde Allah'a, elçisine, gönderilen ilahi mesaja ve ahirete ait herhangi bir şüphe bulunan kimse gerçekte tam iman etmiş olamaz.
Kur'an-ı Kerim'de müminin şüpheden sakınmasını bildiren çeşitli âyetler vardır:
الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُن مِّن الْمُمْتَرِينَ {60}
(Ey Muhammed)! Bu, Rabbin tarafından bir gerçektir. Sakın şüphe edenlerden olma. (Al-i İmrân, 60)
İbadetlerde şüphe halinde galip zanna göre hareket edilir. Meselâ bir kimse bir vakit namazını kılıp kılmadığında şüphe etse, eğer böyle bir şüphe ilk defa olmuşsa namazını kılması gerekir. Fakat sık sık vuku buluyorsa galip zannına göre amel eder. Yine bir kimse namazında şüphelenerek üç mü yoksa dört rekât mı kıldığını hatırlamasa, eğer yanılma olayı bu kişinin başına ilk defa gelmişse yani bu gibi şüphelenmeler o kişide sürekli bir durum haline gelmemişse namazını yeniden kılmalıdır. Çünkü Hazreti Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
Sizden biri namazı kaç rekât kıldığı hususunda şüpheye düşerse namazını yeniden kılsın.

ŞÜPHENİN ETKİSİ
*ŞÜPHE, HUMMALI HASTAYA BENZER; UYUMAZ, UYUYAMAZ, UYUTMAZ, DALSA DA KORKULU RÜYA GÖRÜRÜ. (CENAP ŞEHABETTİN)
Akılsız bir insan, sırf o anlık zevk ve duyguları için, elindeki her şeyi kumara yatırabilir. Kaybettiğinin acısını ise dünyada yaşadığı kadar çeker. O acı da, ilk anda şiddetlidir; zaman içinde unutulur gider. Ama ne kadar akılsız olursa olsun bir insanın, ölüm ötesi sonsuz geleceğini, kısa süreli geçici zevkler için kumar masasına koyup; "ya yoksa..?" diyerek kaybetmeyi göze alması kesinlikle mantıklı olmaz!. Zirâ, "ya varsa!..."
Hele hele, "canım bir ölümü tadalım da, hayat devam ediyorsa o zaman gerekli tedbiri alırım" fikri tam bir ahmaklık ifadesidir. Çünkü Allah Rasûlü tarafından açıklanıyor ki:
Ölüm anından itibaren artık yapılabilecek hiç bir şey kalmamıştır! Kişi ancak bu dünyada yaşarken, bir takım çalışmalar yapma şansına sahiptir. Dünya hayatı süresince namaz, oruç, hac ve diğer tekliflerin ihtiva ettiği ibadetler söz konusudur. Ölüm sonrasında ne namaz vardır kılınacak, ne oruç vardır tutulacak, ne hac vardır arınılacak!

KISSA VE HİKAYELER

EMRE İTAAT
*BU DÜNYADA İNSANLAR BİR KERE ALDATILINCA GERÇEKTEN BİLE ŞÜPHE DUYARLAR. (HİTOPADESA)
Naklederler ki, şeyhin iki müridi vardı. Birine Ahmed-i Kih, öbü­rüne Ahmed-i Mih derlerdi. Şeyh daha ziyade Ahmed-i Kih’e meylederdi. Sohbetine katılanlar bu hâli kıskanmışlardı, yani «Ahmed-i Mih de iş görmüş ve riyâzet yapmıştır», demek istemişlerdi. Durum Şeyh’e malum oldu. Ahmed-i Kih’in daha iyi olduğunu onlara göster­mek istedi. Hânkah’ın kapısı önünde uyuyan bir deve vardı. Şeyh:
-Yâ Ahmed-i Mih, diye seslenince, Ahmed-i Mih:
-Buyur, dedi. Şeyh:
-Şu deveyi, Hankâh’ın damına çıkar.
-Yâ Şeyh! Deve dama nasıl çıkarılabilir? Şeyh:
-O hâlde bırak kalsın, dedikten sonra tekrar seslendi:
-Yâ Ahmed-i Kih!
-Buyur.
-Şu deveyi dama çıkar!
Bunun üzerine Ahmed-i Kih derhal gayret kuşağını beline sararak paçaları sıvadı, dışarı koştu, ellerini devenin altına sokarak yekindi ve zorlandı ama deveyi yerinden kı­pırdatamadı. Bunu gören Şeyh:
-Yâ Ahmed-i Kih iş tamam, hâl malum olmuştur, dedi ve son­ra sohbetine katılanlara dönerek şöyle dedi:
-Ahmed-i Kih ondan daha iyi hareket etti, verilen emre sa­rıldı, itiraz ileri sürmeden ve bu iş yapılabilir mi yapılamaz mı, de­meden fermanımıza baktı. Ahmed-i Mih ise uzun uzadıya deliller getirmekle meşgul oldu ve münakaşaya tutuştu. Zahir hâlden bâtın mütâlâa edilebilir!”[3]

[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları
[3] Tezkiretü’l-Evliya, (Feridüddin Attar, Trc. Süleyman Uludağ)

SUÇ İŞLEMEK

SUÇ İŞLEMEK[1]
* SUÇU TOPLUM HAZIRLAR, SUÇLU İŞLER. BUCKLE
İslam ceza hukukunda suç : “Allah’ın had veya tazir ile cezalandırdığı yasak fiillerdir.” Bir fiilin suç sayılabilmesi için hakkında bir “nass, hüküm” bulunması ve karşılığında had veya tazir şeklinde bir cezanın tayin edilmesi gerekir.Yapılması emredilen bir şeyi yapmamak suç olduğu gibi, yapılması yasaklanan bir şeyi yapmak da suçtur.
Ceza ise, yapılan bir işin karşılığını vermektir. Mükafat ve mücazat anlamındadır. Ceza: “Suç işleyen hakkında tatbik edilecek azab”dır.
İslama göre fert yalnız kendine ait değildir. Toplumun ona ihtiyacı vardır. Bunun için ferdi, toplumu, aileyi, mülkiyeti, içtimai ve idari düzeni de koruma altına almıştır.
İslam hukukunda cezalar şahsidir. Suçu kim işlemişse cezayı o çeker. Bu konuda Allah'ü Teala Hazretleri Kur'an-ı Kerîminde şöyle buyurmaktadır:

....وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى
...Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez... (Enam, 164)
İslama göre Helal ve haram hükmünü koyan yalnız Allah’ü Teala’dır. Bu bakımdan rütbesi ve makamı ne olursa olsun, hiçbir kimse Allah’ın haram kıldığına helal, helal kıldığına da haram diyemez.
Allah (Celle Celelüh) insanlar için temiz ve faydalı şeyleri helal, zararlı ve çirkin olan şeyleri de haram kılmıştır. Dünyada harama muhtaç etmeyecek kadar çok helaller vardır. İslam harama götüren vasıtaları da haram kılmıştır.
Büyük günahların hepsi haramdır. Haram olan her şey yasaktır, müslüman da ondan uzaktır.

CEZALARIN SINIFLANDIRILMASI

A-HAD GEREKTİREN SUÇLAR
* SUÇLULARI YARATAN YASALARIMIZ, ONLARI CEZALANDIRAN YASALARIMIZIN YANINDA NE KADAR ÇOK. TUCKER
Cezaları Allah tarafından kesin olarak tayin edilmiş suçlardır. Allah’ın hakkı olarak yerine getirilmesi belli ve değişmez cezalardır. Bu cezaları; dinin, affetme, eksiltme ve arttırma yetkisini kimseye vermemesi, bunların toplumun temel nizamını bozmasından dolayıdır. Ammenin menfaatıni korumak için verilen bu cezalar “Hukukullah” olarak kabul edilmiştir. İslâmî ölçüler, İslâm Dininin ortaya koyduğu helâl-haram sınırları, miktarı ve niteliği nasslarda belirlenmiş olan şer'î cezalar demektir.
Had cezaları: İslâm’ın koy­du­ğu ce­za­lar olup şu suçlar sonrasında uygulanır: 1.Hır­sız­lık, 2.İç­ki iç­mek, 3.Zi­na yapmak, 4.Na­mus­lu ka­dı­na zi­na if­ti­ra­sında bulunmak, 5. İsyan-İhtilal yapmak, 6.Yol kes­mek, 7.İrtidattır.
B-KISAS GEREKTİREN SUÇLAR
* CEZA KALDIRILABİLİR; AMA SUÇ, İNSANIN İÇİNDE SONSUZA KADAR YAŞAR. OVİDİUS
İslam hukukunda kasden adam öldürme ve yaralama suçlarının cezası “kısas”tır.
Kısas: suçlunun suçu işlediği şekilde misilleme esasıyla cezalandırılmasıdır. Kısas da Allah hakkından çok kul hakkı hakimdir. Bu bakımdan da mağdurun yakınlarının affetmesi halinde ceza düşer veya şekil değiştirir. Kısas da had gibi belli ve sınırlı bir cezadır.
Öldürülen hür bir erkek ise diyet miktarı şöyledir:
a)Yüz deve veya iki yüz sığır yahut ikibin koyun.
b)Bin miskal altın veya onbin dirhem gümüş.
c)İkiyüz kat elbise.
Öldürülen kadın ise, diyet bu miktarın yarısıdır.
Yanlışlıkla bir müslümanı öldüren kimseye diyet vermek vaciptir. Ayrıca bir de kefaret gerekir ki, bu da, mümin bir köle azad etmek, gücü yetmezse iki ay oruç tutmaktır. İmam Azam’a göre, kasden adam öldürmede keffaret yoktur. Katil aynı zamanda akraba ise mirastan mahrum olur.
Kısasın diyet (tazminat, kan bedeli) haline dönüşmesi için ölenin yakınlarının (Veli,vasi) kısası affetmesi gerekir.

C-TAZİR GEREKTİREN SUÇLAR
* ASILAN, HIRSIZ DEĞİL, YAKALANANDIR. ÇEK ATASÖZÜ
Haklarında had ve keffaret cinsinden cezalar bulunmayan suç ve günahlara verilen cezalardır. Allah veya kul hakkı olarak yerine getirilen bu cezaların miktarı ve şekli Ulü’l Emr’e bırakılmıştır.
Allah hakkı olan tazir suçu işlenmişse, takip ve cezalandırma işi devlete aittir. Kul hakkının hakim olduğu tazirlik suçlarda, takip ve cezalandırma hak sahibinin dava ve şikayetine bağlıdır. Kul hakkı olan suçlarda mağdur vefat ederse, dava hakkı varislere intikal eder. Allah hakkı olan suçlar, suçlunun ölmesiyle düşer.
Namaz ve orucu terketmek Allah hakkı olarak taziri gerektirir. Bir kimsenin namus ve şerefine dil uzatmak kul hakkı olarak taziri gerektirir. Nikahlı olmadığı bir kadını öpmek veya kucaklamak hem kul hakkı ve hem de Allah hakkı olarak taziri gerektirir.
Tazir gerektiren suçlar: 1.itiraf, 2.yemin, 3.iki erkek şahit 4.Bir erkek iki kadın şahitle sabit olur.
[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008

SÖVMEK

SÖVMEK[1]
*MÜSLÜMANA SÖVMEK FASIKLIKTIR. ONU ÖLDÜRMEK İSE KÜFÜRDÜR.
(SAHİHİ BUHARİ C- 4, SH; 57 )
Sövmek; Küfretmek, namus, onur ve kişiliğe yönelik, kaba, çirkin, ağza alınmaz sözler söylemektir. Ağır, rahatsız edici ve haysiyete dokunucu, kutsal şeylere, kadın, ana, aileye namusla ilgili yapılan hakaretlerdir. Küfürbaz; Küfür eden, sövüp sayan, küfreden, ahlaksız, küfrü adet edinmiş, ağzı bozuk, ağzı pis anlamlarındadır.[2]
Kötüleme, dil uzatma, sövüp sayma müslüman bir kişinin davranışı olamaz. Sövmek karşısındaki kişinin haysiyetini rencide ettiği gibi ağzından çıktığı kişinin de değerini düşürür onu da haysiyetsiz yapar. Müslüman ağzından çıkan sözlere çok dikkat etmelidir. Ağzını kötü sözlere alıştırmamalıdır. Çünkü farkına varmadan imanının bile çıkmasına sebep olabilir.
Lanet etmek de çok kötü bir iştir. İnsana, hayvana, elbiseye ve neye olursa olsun böyledir. Rasülullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem buyuruyor:
-Mümin lanet etmez.
İnsanlara lanet çok ters sonuçlar çıkarabilir. Mümine lanet yanlıştır bir kere. Çünkü müminleri Allah övmüştür. Kafire lanet ise, o kişi de ilerde imana gelebilir. Bu da tehlikeli olur
Sövmek ise lanetten daha da kötüdür. Hele bazı kelimeler döner kişiye bile gelir. Veya kişiyi inkara götürür.
Bunlardan kurtulmak için de ilerisini düşünmek ölümü hatırlamak gerekir.
Müslümana kaba ve ağır söylemek, hele küfür etmek hiç yakışmaz. Bu gibi davranışlar dinimizde şiddetle yasaklanmıştır. Konuşmalarında uygun olmayan, iffetsiz sözleri kullanan, küfürbaz kişi, ağzı bozuk birisidir.
Müslüman, nazik, kibar, karşısındakine saygılı ve asla kötü söz söylemeyen kişi olarak bilinir. Peygamber Sallahu aleyhi vesellem bir çok Hadis-i Şeriflerinde kaba ve küfürlü konuşmaları ve aşırı kırıcı davranışları yasaklamıştır.
Rasulullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem buyuruyor:
Muhakkak ki Yüce Allah, kötü sözlü ve kaba davranana buğz eder. (Buhari, Kitabu'l-Edeb, 313)
Müslümanların karşılıklı hak ve vazifelerinden biri de: Birbirlerine kâfir, fasık, müfsid diye hitab etmemeli veya ağıza alınmayacak ayıb lakırdılarla, çirkin sözlerle ırzlara söğmemektir. Bunun vebali büyük olduğu gibi, insanlığa da yakışmaz. Bu konuda Peygamberimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
Abdullah (ibn-i Mesud) (R. A.) den, şöyle demiştir:
Resûlullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem:
Müslümana sövmek fasıklıktır. Onu öldürmek ise küfürdür. buyurdu. (Sahihi Buhari C- 4, Sh; 57 )
Binaenaleyh, müslümana yaraşan hertürlü sövmeden, kü­fürden dilini muhafaza etmektir. Çünkü bu durumlara düşen­lerin amelleri, hiç yapmamış gibi amel defterinde silinir. Hiç bir ecir ve sevabı kalmaz. Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle bu­yurur:
... وَمَن يَكْفُرْ بِالإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ {5 {
...Kim îmanı tanımayıp kâfir olursa herhalde bütün yaptığı amellerin sevabı boşuna gitmiştir, ve bu ahiretde en çok zi­yana uğrayanlardandır. (Maide, 5)
Bu konuda Peygamberimiz Sallallâhü Aleyhi ve Sellem de şöyle buyurur:
«Ebû Zerr-i Gıfarî radıyallahü anhden, Nebî Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in şöyle bu­yurduğunu işittiği rivayet olunmuştur:
Hiç bir kişi başka bir kimseye sapıklık isnadıyla ya fasık diye söz atamaz, atmağa hakkı yoktur yine böyle küfür de isnad edemez. Şayet atar da attığı kimse atılan fıskın veya küfrün sahibi değil­se, bu sıfatlar muhakkak atan kimseye döner, (Sahih-i Buhari, C: 4, Sh: 57)


KABA VE ÇİRKİN SÖZ SÖYLEME
*YA HAYIR SÖYLE YA DA SUS! HZ. MUHAMMED SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE SELEM
Kabalık; Açıkça söylenmesi ayıp kaçan şeyleri doğrudan telaffuz et­mektir.
Kûfûrbazlık ise, "ey köpek", "ey domuz", "ey eşek", "ey hain" gibi horlayıcı, küçük düşürücü sözlerle birine hakaret edici olmaktır.
Çirkin söz söylemek de, birisine: "Ey kahpe", "ey oruspu çocu­ğu", "ey oruspu kadının kocası" veya "ey oruspu kadının kız kardeşi" gibi zina ile suçlayıcı ifadeler kullanmaktır.
Bu üç haslet, dille işlenen kötülüklerin en çirkinlerindendir. İnsa­nın başına büyük belaların açılmasına neden olur. Bu yüzden şeriat ve akıl bunu çirkin görür. Âyet ve hadisler aracılığı ile insanlar bu çirkin­liklerden sakındırılmışlardır.
Kabalıkla ilgili olarak, Resulullah efendimiz şöyle buyurur:
Allah cenneti bütün ağzıbozuk, hayasız, ne dediğini ve ne dendiğini bilmeyen laubali tiplere haram kılmıştır Böyle birini biraz kurcalarsan boş ve anlamsız şeylerden ya da şeytanın ortaklığından başka birşey bulamazsın. Denildi ki:
-Ya Rasulullah, insanların içinde şeytanların ortaklığı var mıdır? Buyurdu ki: Yüce Allah'ın şu sözünü okumadınız mı;
Mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol. (İsra, 64)
İmam Ebu Abdullah kuddise sirruh’un şöyle dediği rivayet edilir: Resulullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem bu­yurdu ki:
Allah'ın kullarının en kötüsü, ağzı bozuk, kaba ve hayasız olmasın­dan dolayı yanında oturmaktan hoşlanılmayan kimsedir.
Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben ona harp ilan ederim. (Buhari, Kitabur-Rikak, 6502)
[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları

SİHİR YAPMAK

SİHİR YAPMAK[1]
*SİHİRBAZIN CEZASI KILIÇLA (BOYNUNU) VURMAKTIR. (TİRMİZİ, KİTABU’L-HUDUD, 1460 )
Sihir; Büyü, göz bağı, aldatma, haktan uzaklaşma, batıl bir şeyi hak diye gösterme, afsun anlamlarındadır. Sebebi gizli olan ince şey olduğu için yaldızcılık, şarlatanlık, hilekarlık yolunda cerayan eden her hangi bir şeydir.
İnsana yönelik olarak tabiat üstü gizli güçlerin yardımı ve aracılığıyla belli bir maksadı gerçekleştirmek ve belli bir gayeye ulaşmak için uygulanan ve etkili olduğu kabul edilen eylemlerdir. Bir şeyin veya olayın gerçek hüviyetinden uzak olarak başka bir halinin gösterilmesidir.[2]
Sihir, İlme, fenne uymayan gizli sebepler kullanarak garip işler yapmayı sağlayan ilimdir.
Sihir; Büyük günahlardandır. Dilimizde “büyü, efsun, cadılık, hokkabazlık, el çabukluğu” kelimeleriyle ifade edilen sihir bir takım acaip işler vasıtasıyla alışılan ve bilinen şeylere uymayan fevkalede tesirler meydana getirmektedir. Sihirin göz boyacılık denilen ve gerçek olmayan çeşidi yanında gerçek tesiri olan çeşitleri de vardır.
Tevhid inancının insanların hayatından uzak kaldığı dönemlerde toplumların ilkel inançlara saplanmasıyla ve özellikle totem inancının yaygın olduğu kitleler arasında çeşitli göz boyama yollarıyla yapılan sihir, eski İran, Çin, Mezopotamya, Arap yarımadası, Mısır ve Hindistan'da rastlanan bir meslek haline getirilmiştir. Allah inancının ve sağlam düşüncenin zayıfladığı dönemlerde daha çok rastlanan bir olay olan sihir, bazı toplumlarda dinî törenlere bir inanç haline getirilmiş ve Allah'ın kudreti unutularak bir çok sihirbaz ve kâhinin sözleri geçerli kılınmıştır.
İslâm'ın sihirbaz ve kâhinleri kınaması, insanları basit inanç ve düşüncelerle oyalayıp onları gerçek Allah inancından uzaklaştırarak ilkel ve akıl dışı anlayışlara sürüklemelerini engellemek içindir.
Kur'an-ı Kerîm’de Yüce Melâmız bizlere bu konuda şöyle buyurmaktadır:
فَلَمَّا جَاءهُم مُّوسَى بِآيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هَذَا إِلَّا سِحْرٌ مُّفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهَذَا فِي آبَائِنَا الْأَوَّلِينَ {36}
Musa onlara apaçık âyetlerimizi getirince: Bu, olsa olsa uydurulmuş bir sihirdir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik, dediler. (Kasas, 36)
İslâma göre: Gaybı yalnız Allah bilir. Yaratıkların gaybı bilme iddiası kehânetten başka bir şey değildir. Sihir yapmak, yıldızlardan hüküm çıkarmak, fal oklarına inanmak... İslâm tarafından yasaklanmıştır.
Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem bizlere bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
Kâhinlik yapan ve kâhine giden ve büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan, bizden değildir. Kur'ân-ı kerîme inanmamıştır. (Hadîkat-ün-Nediyye)
Halktan bir çok sapığın sihir yoluna saptığını görürsün. Onlar yaptıkları bu işin sadece haram olduğunu zannederler. Lakin bunun küfür olduğunu anlamazlar. Simya öğrenmeye ve onu uygulamaya çalışırlar. Halbuki Simya da tümden sihirdir. Kişinin zevcesiyle nikah akdi sırasında sihir yapıyorlar. Kişinin hanımını sevmesi için sihir yapıyorlar. Bazı kişilerin bazılarını sevmesi ve benzeri şeyler için bilinmeyen kelimelerle sihir yapıyorlar ki bunların çoğu şirk ve sapıklıktır.
Rasulullah Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Sihrin hadd cezası yani sihir yapana verilecek şer’i ceza; ölümdür. Çünkü o Allah’ı inkar etmiş olur. Hak dinler, büyüyü yasaklamıştır. Bu arada, İslâmiyet de, kendinden önceki bütün dinleri neshetmiş, sihiri de yasaklamış ve çok çirkin bir iş olarak vasıflandırarak, müslümanların büyü yapmaktan ve yaptırmaktan kesinlikle uzak durmalarını emretmiştir.

KISSA VE HİKAYELER

BOŞA YORULMUŞ
*KİŞİNİN KUSURLARINI KENDİSİNE SÖYLEMEMEK, KUSURLARIN EN ZARARLISIDIR.(CALLİNİCUS)
Râbia-tül Adeviyye, bir gece, evinde geç vakitlere kadar namaz kılarken hasırın üzerinde uyuya kaldı. Bu arada evine bir hırsız girdi. Her tarafı aradı, çalacak bir şey bulamadı. Giderken;
-Girmişken boş çıkmayayım, diyerek Râbia hazretlerinin dışarıda giydiği örtüsünü aldı. Evden çıkarken yolunu şaşırdı, kapıyı bulamadı. Geri dönüp örtüyü aldığı yere bıraktı. Bu sefer rahatlıkla kapıyı buldu. Kapıyı bulunca tekrar geri dönüp, örtüyü aldı. Fakat yine kapıyı bulamadı. Bu hâl yedi defa tekrarlandı.Yedinci defâ tekrar örtüyü eline alınca şöyle bir ses duydu:
-Ey kişi kendini yorma. O yıllardır kendini bize ısmarladı. Şeytanın ona yaklaşma gücü yok iken, hırsızın onun örtüsüne yaklaşması mümkün müdür? Git, yorulma, boşuna uğraşma. O uyuyorsa da dostu uyanıktır ve onu korumaktadır.
Bu hâdiseden korkup dışarı fırlayan hırsız, tövbe edip bu kötü huyundan vazgeçti.


[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlükler

SİGARA İÇMEK

SİGARA İÇMEK[1]
* EN ÇOK, KENDİNE YAPACAĞIN KÖTÜLÜKLERDEN KORK. PESTALLOZİ
Sigara; İnce kağıda, kıyılmış tütün sarılarak hazırlanan, genellikle yuvarlak, bir ucu yakılarak öteki ucu ağza alınarak, dumanı çekilen nesne, keyif verici içecektir. Amerika yerlilerinin dilinden geçmiştir. Ana kaynağının Amerika olduğu sanılmaktadır.[2]
Tütün 15. asırdan sonra İslam Ülkelerine girmiş, o zamandan beri de İslam Uleması tütünün hükmü üzerinde durmuşlardır. Sigara eskiden kullanılmadığı için sigara ve benzeri hakkında bir yasak Kur’an ve Sünnette yer almamaktadır. Fakat hüküm kaynak­ları yalnız nasslar değildir. Kuran ve Sünnette geçenlerin haram kılınış sebeplerine (illetlerine) bakılarak yapılan kıyaslar ve diğer istidlal yolları vardır.
Alimlerin çoğunluğu sigara içmek mekruhtur demiştir. Bu kişiler sigaranın za­rarları hakkında kesin bilgi sahibi olmadıklarından, kıyasla verdikleri hükme “haram” demekten çekinmişlerdir.
Günümüz alimleri zarar, israf ve nafaka mükellefiyeti hakkındaki araştırmalarının sonucunda sigara içmek (özellikle tiryakilik) haramdır diye hüküm vermişlerdir.
Sigara konusunda esas hükümleri öğrenmek için Denizlide bulunan maneviyat büyüğüm Ali Ege Abi’ye (Allah Rahmet Eylesin) sigaranın durumunu sordum:
-Abi sigara içmeye mekruh diyorlar ne dersiniz? Dedim
-Evet fetva olarak mekruh denmiştir. İlk içilen sigara için de bu doğru olabilir. Sen Ortaokul Müdürüsün, bir öğrenciye bir suçtan dolayı uyarma cezası verilse ve o öğrenci aynı suçu bir daha işlese ne cezası verirsiniz? Dedi. Ben de:
-Yönetmelikte bir ağır ceza olan kınama cezası veririz, dedim. O zaman bana şöyle dedi:
-Fetva gereği hadi ilk nefese veya ilk sigaraya mekruh diyelim, pekala senin yönetmeliğinin mantığıyla daha sonra içilenlere ne ceza verilmesi gerekir? Dedi. Tabii mekruhun bir ağırı haramdı. Müslüman bu hususu iyi idrak etmeli ve bir an önce bu melanet şeyden kurtulmaya bakmalıdır.
Allah Teala da Kur'ân-ı Kerîm de bizlere şöyle buyurmaktadır:
وَأَنفِقُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ وَأَحْسِنُوَاْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ {195}
Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Her türlü hareketinizde dürüst davranın. Çünkü Allah dürüstleri sever. (Bakara, 195)
İsraf; Malı faydasız yere harcamaktır:
Yiyiniz, içi­niz, israf etmeyiniz. (A’raf, 31) ayeti ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) malın boşa harcanmasını yasakladı. (Buharî, K. ez-Zekat, 18) hadisi israfı haram kıl­maktadır.
Kocalar, babalar ve muhtaç yakınlarına bakan erkekler, baktıklarının nafaka sı (onların yiyecek, giyecek, mesken, tedavi... ihtiyaçlarım temin) ile mükelleftirler. Buna güç yetiremeyenlerin nafakalarını keserek sigaraya para vermeleri haramdır.
Bunun içindir ki sigara içmek bir müslümana ve onun Al­lah'ı zikreden dudaklarına yakıştırılamaz. Bilhassa doktor ta­rafından belli bir şahsa, içme zararlıdır dendiyse onun için haram olduğu açıktır.
Zararlı alışkanlıklara (içki-kumar-sigara vs.) özenti ile başla­nır. Bir defa denenir, ikinci defa tekrarlanır derken üçüncüsü ve artık onun esiri olunmuştur. Bundan sonra vazgeçilmez hale gelmiştir. Gençleri ve nesil­leri bu tür felaket yolu olan zararlı alışkanlıklara özendirme­mek için herkese düşen görevler vardır. Neslin sağlıklı, zeki ve zinde olabilmesi için herkesin buna özen göstermesi di­ni, milli olduğu kadar insani vazifesidir de...
İman ile duman arasında sıkışmış olan tiryaki mümin, her­halde şöyle düşünüyor şimdi; içersem şeytanı sevindiriyo­rum, bu Allah'ı gücendirmektir. Bendeki iman Yüce Rabbimi gücendirmeme engel olmalıdır. Bil ki şeytan! Seni asla sevindirmeyeceğim, işte sigarayı bırakıyorum.[3]

KISSA VE HİKAYELER

BENİM SİGARA MACERAM[4]
*KENDİNE HAKİM OLAN BAŞKALARINA DA HAKİM OLUR.
KONFÜÇYÜS
Sigarayı bir türlü bırakamıyordum. Kendim de nefret ettiğim halde normalin üzerinde sanki kendime kasdeder gibi sigara içiyordum. Bir ara devamlı puro içtim. Bir zamanlar da yıllarca pipo içtim. Hiç biri beni tatmin etmiyordu. Esrarkeş olacağım diye korkuyordum.
1980 12 Eylül Sıkı yönetiminden, bilhassa 3,5 ay hapisten sonra daha da dindarlaştım. Kötü alışkanlıklarımı atmaya ve daha çok Allah’ın yolunda olmaya gayret ediyordum. Kütahya Tavşanlı Kızılçukur köyü öğretmeni iken1984 Ramazanında camide itikafa girmeye niyetlendim.
İtikaf, Ramazan ayının son on günü içersinde ibadet kasdıyla bir camide on gün geceli gündüzlü kalmak demektir. Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretleri Medine’ye geldikten sonra her yıl itikafa girmiş ve hatta vefatından önceki ramazan da 20 gün itikaf yapmıştır. Yani müekket sünnet olan bir ibadettir.
Eğer itikafa o yıl giremezsem ilerki yıllarda ramazan okul zamanlarına gelecekti. Şimdilik yaz tatiline geliyordu. Onun için muhakkak girmem lazımdı. Yoksa belki bir daha ömrüm boyunca giremeyecek ve bu ibadeti de yapamayacaktım. İtikafa girersem camide sigara içemeyecektim. Sigara içsem itikaf olmayacaktı.
Kararsızlık içersinde kalmıştım. Daha önce çeşitli defalar sigarayı bırakmayı düşünmüş ve denemiş fakat başarılı olamamıştım. Namazlarımın arkasından Allah-ü Teala Hazretlerine dua ediyor, beni sigaradan kurtarması için yalvarıyordum. Bu sefer de başarısız olmaktan çok korkuyordum. Çocuklarım büyümeye başlamışlar, iyiyi kötüyü ayıracak çağa gelmişlerdi. Ben çevremde dindar olarak biliniyor, namazlarımı devamlı kılıyor ancak sigarayı da ağzımdan düşürmüyordum. Arada bir tezatlık vardı. Sigarayı bırakmak en güzeliydi ama gel de nefsime bunu anlat. Şeytan eline geçirdiği bu zavallıyı kaybetmek istemiyor ve çeşitli bahanelerle benim sigarayı bırakamayacağımı fısıldıyordu.
Şair Abdurrahim Karakoç’un ‘Unutursun’ adlı şiirindeki şu dizeler virdim olmuştu:
Süt emerdin gündüz-gece,
Unuttun ya, büyüyünce...
Ha işte tıpkı öylece
Unutursun Mihriban’ım.
Biz hayatımızın en vazgeçilmez gıdasından bile ayrılmış insanlardık. O halde bu sefer Allah için bu sigarayı bırakmalı ve iyi bir kul olma yolunda bir adım daha almalıydım.
Bu düşünceler içersinde iken sigarayı kesin olarak bırakmaya karar verdim ve 1984 yılı şubat ayında evde son sigaralarımı üst üste yakarak yemin ederek bıraktım. Ve şükür Allah’a ki hala yeminimde durmaktayım.

[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları
[3] Amel-i Salih Testi, Abdullah Sevinç, Gonca Yayınevi, İstanbul, 2000 / 270
[4] YETER Hasan Vehbi,