20 Ağustos 2008 Çarşamba

MÜMİN OLMAK

MÜMİN OLMAK[1]

*MÜMİNLER ANCAK, ALLAH ANILDIĞI ZAMAN YÜREKLERİ TİTREYEN, KİMSELERDİR. (HADİS-İ ŞERİF)

Mümin; İnançlı, inanan, iman eden, Müslüman kişidir. Allah’a ve emirlerine, kanunlarına iman eden. Allah’a, kitaplarına, meleklerine, peygamberlerine ahirete, ve kadere iman edip itaat eden kimseye mümin denir.[2]

Îmana gelmek çok kolaydır. Mahlûklardaki hesaplı nizâma, düzene bakmak ve bunlardaki incelikleri düşünmek, herkese vâcibdir. Atomdan güneşe kadar bütün varlıklardaki düzen, birbirlerine bağlılıkları, bunların kendiliklerinden tesâdüfen var olmadıklarını, bilgili, hikmetli ve sonsuz kuvvetli bir varlık tarafından yaratıldıklarını açıkça göstermektedir. Aklı başında olan bir kimse, liselerde ve üniversitede, astronomi, fen, biyoloji ve tıp bilgilerini öğrenince, bu varlıkların bir yaratıcısı olduğunu ve her türlü ayıptan uzak olduğunu ve Muhammed aleyhisselâmın Onun Peygamberi olduğunu ve bildirdiklerinin hepsinin Ondan gelmiş olduğunu hemen anlar. Bu yaratana hemen inanır. Kâfirlerin, yâni kâfir olarak ölenlerin sonsuz Cehennemde kalacaklarını, müminlerin de sonsuz olarak Cennet nîmetleri içinde yaşayacaklarını öğrenince, seve seve müslüman olur.

Sıradan bir müslümanla olgun bir mümin arasında, bir meyvenin hamı ile ermişi kadar fark vardır. Ham ayva, nasıl boğazda yutkunma zorluğu yaparsa hamervah insanlar da cemiyet içinde yadırganacak basitlikler yaparlar. Olgun bir müminin konuşması tesirli, muhatabının kelâmını dinlemesi feyzi artırıcıdır. Yüzüne baktığınız zaman, ayna karşısında bulunan insan misali, manevî yönünüzü temâşâ imkânı bulursunuz. Ruhunun penceresi mesabesindeki gözlerine baktığınız va­kit, o küçücük pencereden çok farklı dünyaları görür gibi olursunuz.

İnsan, vicdanı ile başbaşa kaldığı zamanlarda, kâmil bir müslüman seviyesinde olup olmadığını anlamak ihtiyacı duyar. Kur"ân-ı Ke­rimin sadrından yükselen şu beyân, kâmil mümin olmanın ölçülerini açık ve seçik olarak ortaya koymaktadır:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ {2}

Müminler ancak onlardır ki Allah anıldığı zaman yürekleri titrer, karşılarında âyetleri okunun­ca (bu), onların imanını artırır, onlar ancak Rablerine dayanıp gü­venirler. (Enlâl, 2)

KISSA VE HİKAYELER

İBRAHİM ETHEM VE İĞNE

*ALLAH’A ÇAĞIRAN, SALİH AMELDE BULUNAN VE: “GERÇEKTEN BEN MÜSLÜMANLARDANIM” DİYENDEN DAHA GÜZEL SÖZLÜ KİMDİR? (FUSSİLET, 33)

İbrahim Ethem'in valilerinden birisi onu aramaya çıkar. Alıp Belh'e, saltanatının başına götürecektir. Bir deniz kenarında onu gömleğinin söküklerim dikerken bulur:

- Nedir o elindeki, diye sorar.

- Dikiş iğnesi...

-Bir zamanlar kılıçla dağları bölerken şimdi bir iğneye mi kaldı işin?...

- Bu iğne o kılıçtan daha kuvvetlidir. Allah dilerse o iğne­nin ucuyla bana üzüm taneleri gibi yıldızları toplatır.

- Demek keramet bu iğnede, der vali ve iğneyi elinden kapıp denize atar. İbrahim Ethem seslenir:

- Balıklar getirin iğnemi!

Bir balık ağzına iğneyi alıp getirir.

-Sırra kastettim, der, meğer farkında olmadan kefenimi dikmeye başlamışım.

- Nereye gidiyorsun? diye sorar balıkçı...

-Saraya... İçine yalnız beyaz gömleklilerin alındığı... Kı­lıçlı böceklerin nöbet tuttuğu... Havaya, ışığa bile yasak de­nilen... Darlığın genişliğe çevrildiği... Saray... Ben, Belh Sul­tanı İbrahim Ethem. Sarayıma gidiyorum.

Asıl saltanat, fani diyarda, binilen bir binitte, uçakta, trende, gemide olan saltanat değildir, insan, bir gün indi­rileceği dünya binitinin sultanı olamaz. Hakikî saltanat mana diyarının, manevî sultanlığıdır. Onun da tek sermayesi acizliktir.[3]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

[3] Mesel denizi, s:75

Hiç yorum yok: