20 Ağustos 2008 Çarşamba

MİSAFİR AĞIRLAMAK

MİSAFİR AĞIRLAMAK[1]

*KİMİ MİSAFİR KAPIDAN GİRERKEN SEVİNDİRİR, KİMİ MİSAFİR KAPIDAN ÇIKARKEN. PORTEKİZ ATASÖZÜ

Misafir; Konuk, yolcu, seferi, gezgin, seyahat eden, yola çıkmış olan, seferde olan, yoldan gelen, başkasının evine gelmiş olan anlamlarındadır. Yolculuk sırasında bir yere, bir kimsenin evine konan, ziyaret maksadıyla başka birinin evine giden kişidir. Onsekiz fersahtan daha uzak yere giden. Ortalama 90 km. lik bir mesafeyi veya daha fazlasını giden kişi misafirdir.[2]

Hazarda olsun seferde olsun, her müslümanın birbiri­ne ikramda bulunup yardımlaşmaları, İslâm'ın genel ve en önemli prensiplerinden birisidir. Düşküne yardım elini uzatmak, yolcuyu takviye etmek, hasta ve kimsesizleri ziyaret edip tasa ve kederlerini dağıtmak... Kur'an-ı Kerîm'de Allâh Teâlâ’nın emri, pratikte de Rasûlullâh'ın seve seve yaptığı ve ashabına sık sık yapmalarını tavsiye ettiği sünnetlerindendir.

Misafirlik sığınma ve korunma gibi bazı sebeplerden dolayı zaruri bir hal olduğu gibi, bazen de özellikle ziya­ret kastıyla olan özel bir durumdur. Her iki halde de, ya­nına gelen kimseye külfet de olsa bazı mükellefiyetler yük­lemektedir. Konuğu rahat ettirmek, ihtiyaçlarını gidermek, gerektiği ölçüde yardımcı olmak v.s. ev sahibine düşen gö­revlerdir.

Hz. Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem:

Allâh'a ve ahiret gününe inanan misafirine ikramda bulunsun. Bir gün ve bir geceden ibaret olan caizesini yerine getirsin, sözleriyle misafire ikramla îmanı bir arada zikretmek sûretiyle önemine işaret etmiştir, İmam-ı Gazali'nin naklettiğine göre: Bir gün İmam Malik (radıyallâhü anh) kendisine misafir gelen İmam-ı Şafiî hazretlerinin eline su dökmüş ve; “sakın ha! benden gördüğün hareket seni utandırmasın ve de şaşırtmasın. Zira misafire hizmet etmek farzdır” demiştir.

Misafirlere, bizzat ev sahibi hizmet edip ikramda bu­lunabileceği gibi hizmetçisi vs. de hizmet edebilir. Ancak devamlı olarak hizmetçilerin hizmet etmesi yerine; ev sahibinin de hizmete zaman zaman iştirak etmesi misafirlerine ikramda ziyadelik anlamına gelebileceği gibi; misafirleri de memnun edeceği muhakkaktır.

İbrahim (aleyhisselâm)'in bizzat kendisinin buzağıyı kesip kızartması ve misafirlerine sunması bu âdâba işaret ettiği gibi; Rasûlullâh (sallâllâhü aleyhi ve sellem)'in, Ha­beşistan'dan gelen elçilere, sahabe-i kiramın:

-Siz oturun ya Rasûlullâh, biz hizmet ederiz, demelerine rağmen; Hz. Peygamber'in Sallallâhü Aleyhi ve Sellem:

-Hayır, bunlar benim ashabıma ikramda bu­lunan kavmin elçileridir, onlara bizzat ben ikram etmek istiyorum, buyurmuş olması da bu görüş ve edebin uygunluğunu doğrulamaktadır.

Ev sahibi misafirliğe veya ziyarete gelmek isteyenleri imkanı ölçüsünde reddetmemelidir. Fazla külfete girmeden, maddi imkanlarının dışına çıkmadan evinde bulunanın en iyisi ile misafiri ağırlamalıdır.

Güzel giyinmeli, misafirini güler yüzle karşılamalıdır. Uzak yoldan gelen misafiri istirahat etmesi için bir müddet yalnız bırakmalı; erken yatmasını temin etmelidir.

Misafirin tuvalet ve su ihtiyacını rahatça karşılayabilmesi için gerek­li tedbiri almalıdır.

Yemeğe davet ettiği misafirlerini sofraya yaşlarına, bilgilerine, makamlarına ve görgülerine uygun olarak sağdan sola doğru oturtmalıdır.

Sağ başa şeref misafiri oturmalı, diğerleri büyükten küçüğe doğru sıralanmalıdır. Yemek servisine (ayrı tabaklardan veriliyor ise) sağdan başlamalı, sıra ile devam etmelidir.

KISSA VE HİKAYELER

ATEŞ PAHASI

*SÖZ İLAÇ GİBİDİR; AZI YAŞATIR, ÇOĞU ÖLDÜRÜR. HZ. ALİ

Kanuni Sultan Süleyman avlanırken yağmura yakalanmış. Sırılsıklam ıslanmış ve soğuktan titremeye başlamış. Dağda önüne çıkan ilk kulübeye sığınmış.

Kulübenin sahibi, konuklarına güzel bir çoban ateşi yakmış. Padişah ateşin karşısına geçmiş ve biraz kendisini toparlayınca:

-Bu ateş yüz akçeye değer, demiş.

Bir müddet sonra elbiseleri kurumuş, yorgunluğu gitmiş bir de köylünün getirdiği yemekle iyice karnını doyurup yatmış. Ertesi gün Kulübeden çıkarken köylüye:

-Borcumuz ne kadar ihtiyar amca demiş. Padişahı tanımayan ama misafirlerinin önemli kişiler olduğunu anlayan köylü:

-Yüzbir akçe der. Akşam ateşe yüz altın değer biçmiştiniz beyim, bana da bir akçe verseniz yeter.

Padişah çıkarıp yüzbir akçe vermiş. "Ateş pahası" deyimi bu hâdiseden sonra kullanılır olmuş.

Eğer Allah (c.c), hava, su dahil bütün ikramlarını Son­suz merhameti ile, rahmet hazinelerinden vermese idi her şey ateş pahası olacak, bütün dünyayı versek, bir tek narı yiyemeyecektik.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

Hiç yorum yok: