21 Ağustos 2008 Perşembe

RÂBITA ETMEK

RÂBITA ETMEK[1]

*KİŞİ DÂİMÂ SEVDİĞİ KİMSE İLE BERABERDİR. (HADİS-İ ŞERİF)

Rabıta; Bağ, alaka, bağlantı, bağlantı vasıtası, bağlılık, münasebet anlamlarındadır. Müridin şeyhini düşünerek, kalbinden dünya ile ilgili şeyleri çıkarması, şeyhi vasıtası ile Hz. Peygamber'e (SAV) ve Allah'a (CC) kalbini bağlamasıdır.[2]

Mürşid ile mürid arasındaki muhabbet, sevgi bağına rabıta denir. Müridin mürşid ile kurmuş olduğu manevi birlik ve beraberliktir.

Biz insanlar birkaç kişi oturup bir yerde sohbet ediyor olsak, aramızdan bir kardeşimiz, kendisi bizim yanımızda olduğu halde, sohbeti dinliyormuş gibi görünüp aklı ile başka yerlerde dolaşıyor ve başka şeyler düşünüyor olsa; bu kardeşimizin bizimle beraberliğinden söz edilebilir mi? Elbette ki hayır. Çünkü bu kardeşimiz, her ne kadar bizimle aynı yerde bulunuyor ve sohbetimizi dinliyormuş gibi görünüyorsa da, aklı başka yerlerde dolaştığından, sohbetimizden istifade edemeyecektir. Bu sebeple bizim yanımızda bulunmayanlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü beraberliğimizden maksat sohbeti dinleyip istifade etmektir. Eğer bu maksat ele geçmiyorsa bu zahiri beraberliğimizin ne manası vardır?

Demek ki; Bize can damarımızdan daha yakın olan Rabbimizi unutmuş, her yerde bizimle beraberliğinden gafil kalmış, isyan ve nisyan bataklıklarına dalmış, şeytan ve nefsi emmarenin devamlı kötülüğü emreden, kıskacına yakalanmış, aciz, fakir, düşkün ve birisi tarafından uyarılmaya muhtaç zavallı, garip, müslümanlarız. Onun için bizi rabbımıza kavuşturacak bir mürşid-i kamile ihtiyacımız vardır. Her zaman şeyhin yanında olamayacağımıza göre onunla manevi irtibatın devam edebilmesi için rabıta gereklidir.

Rabıta; Mürşidi şahsen tahayyül etmektir. Yâni hayalinde zabt ve muhafaza etmektir. Bunun yolu, tevâzu ve meskenetle mürşidin şemâilini düşünerek, ondan feyz talep etmektir.

Râbıtanın şer'an câiz ve lâzım olduğuna dair birçok delil olduğu gibi, Hazret-i Hâlid-i Bağdâdî Rahimehullah'ın bu hususta ayrıca bir eseri de vardır. Cenab-ı Hak Kur'an-ı Keriminde, estaîzü billâh:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ {119}

Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun! (Tevbe, 119) buyurmuştur. Bu ise iki türlü olur; ya maddi, ya mânevî. Maddi olan, ehl-i sıdk ile beraber ve onların meclisine devamla olur. Mânevî ise, münâsebet-i mâneviyye ile olur. Bundan kasıt, muhabbettir. Muhabbet ise, kişinin sevdiği sevgilisini dâimâ gözünün önünde tahayyül etmesini, hatırında tutmasını gerektirir.

Bir Hadis-i Şeriflerinde Peygamberimiz Hazreti Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:

El-mer'ü mea men ehabbe Yâni, Kişi dâimâ sevdiği kimse ile beraberdir. Feyz alma ve bereketlerin husûlü muhabbet miktarıncadır.

Râbıta tarikatta şeyhine tarik olmaktır. Çünkü:

Er-refîk sümmet-tarîk Önce arkadaş, sonra yol. denilmiştir. Meşâyih-ı kirâmın da dedikleri gibi, sâlikteki sevgi bütün güç ve kuvvetiyle ve tam bir meyil ile olmalıdır. O şeyhini nefsi, ehl ü iyâli, mal ve mülkü ve her şeyi üzerine tercih etmelidir. Bu tarîkatta râbıtasız sülûk çok müşkildir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ;

Vebteğû ileyhil-vesîlete Allah'a yaklaşmaya vesîle arayın! (Mâide, 35) buyurmuştur. Padişahlar huzuruna bile vasıtasız girmek müşkül olunca, Cenâb-ı Hakk'ın huzuruna girmek için vesîle muhakkak lâzımdır.

Makâm-ı müşâhedeye varmış, sıfât-ı zâtiyye ile tahallûk eylemiş olan şeyhi kâmile mürîdin kalbindeki râbıta, zikre istîdat peyda eder.

İhyâ-i Ulûm'un namaz bahsinde, namaz kılan kimse Esselâmü aleyke eyyühen-nebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühû, derken, kalbine Efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hazretleri'nin şemâilini getirip, ona hitâben huşû ile demek lâzım olduğu bildirilmiştir ki, bu da Nebî AS'a râbıta demektir.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri de: "Râbıta, şeyhin sûretini Tarîkat-ı Aliyye'ce ma'lûm ve muayyen vech üzere hıfz etmekten ibarettir." demişlerdir.

Feyz ve berekât vasıtasız olamaz. Onun için vasıtaya, vesîleye muhtaçtır. O vasıta öyle bir kâmil zâttır ki, alem-i ulvîden hisseyâb olmuş ve dâvet-i halk ve irşad için alem-i süflîye gönderilmiş ve indirilmiş olmalıdır. Bu münasebetle, alem-i gaybdan füyûzât alarak, alem-i süflî ile münasebeti dolayısıyla o füyûzâtı uygun olan kimselere ve müridlerine ulaştırır.

Râbıtanın evvelinde mürit kendini zorlayarak rabıta yapar. Muhabbetteki aşkı ile, zamanla kendisinde fenâ fiş-şeyh hâsıl olur ki, bu fenâ fir-rasûl ve nihâyet fenâ fillâh'ın başlangıcıdır. Fenâ fillâhın zuhuru mümkün değildir ve olsa da çok müşküldür. Bu sebeple müride lâzımdır ki, kendi iradesini şeyhinin iradesine tâbî kılıp, kendisini tamâmiyle ona ısmarlayıp, onun sohbetinde gassâlin elindeki ölü gibi olmalıdır. Bu hal her tarikatta lâzımdır. Bâhusus Nakşıbendiyye Tarikatı'nda feyz vermek ve feyz almak, aynanın yaptığı akis gibidir ve esası sohbet üzeredir. Binâen aleyh, şeyhle münasebet ne kadar çok olursa, te'sîr-i sohbet ve fâyda da o kadar çok olur. Bu hususta en büyük ve en mühim şart, şeyhinin kâmil ve mükemmil olmasıdır.

Sâlikteki fütur, tenbellik ve gevşekliğin en ziyâdesi, sülûk ve cezbeyi tamam etmeden şeyhlik makamına oturan şeyh-i nâkıstan ders almaktır ki, talibine onun sohbeti öldürücü zehirdir. Bu vücudu değil ruhu öldüren bir zehirdir.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Yeni kamus, Osmanlıca-Türkçe sözlük

Hiç yorum yok: