21 Ağustos 2008 Perşembe

NEZAKETLİ OLMAK

NEZAKETLİ OLMAK[1]

*İNSAN OĞLUNDA EDEB BULUNMAZSA, O İNSAN DEĞİLDİR. ŞUNU İYİ BİL Kİ, SEN, ALLAH EVİ OLAN BİR GÖNÜLÜ İNCİTİR, KIRARSAN, YAYA OLARAK BİN DEFA KA'BE'YE GİTSEN, ALLAH BU ZİYARETİNİ KABUL ETMEZ. MEVLANA

Rikkat: Rakiklik, yumuşaklık, yufka yüreklilik, tatlılık, incelik, naziklik, sevecenlik anlamlarındadır. İfadede incelik, Kalb inceliği ve yumuşaklığı da zerafetin, nezaketin bir yansımasıdır. Başkalarının düştüğü olumsuz durumlardan dolayı müteessir olma hasleti, merhamet de rikkat kavramı içersine girer.[2]

Müslümanların birbirleriyle geçinmelerinde samimiyet, tevazu, sadelik, zorlanmama, karşılıklı yardım, nezaket, saygı, sevgi ve hayırseverlik bir esastır. İşte bu özellikler insanın güzel ahlaklı olduğunun delilleridir. O halde insanlarla güzel geçinen bir insan güzel ahlaklı bir insan demektir. Aklın başı insanlarla güzel geçinmektir.

Muaşeret; Güzel geçinme, görgü, adab-ı muaşeret, birlikte yaşayıp hoş geçinme, sünnet dairesinde insanlarla iyi ilişkiler içersinde bulunma demektir.[3]

İslâm dini, insanların birbiriyle görüşüp konuşmalarına, toplum halinde medeniyet üzere yaşamalarına büyük bir önem vermiştir.

Dünyadaki bütün sistemlerin ve rejimlerin temelinde, ferdî ve toplumsal ahlâk anlayışını görmek mümkündür. Ahlâk kuralları, herhangi bir insanın toplumun diğer ferdlerine karşı vazifelerini gündeme getirir. İnsanlar, hayatlarındaki uygulama bakımından Nazarî ahlâktan çok, Amelî ahlâka muhtaçtırlar.

Dünyada en zor işler, faziletli insanlar tarafından başarılır. Yüksek faziletlerden biri de nefse hâkim olmaktır.

İslâm âlimleri, dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren, şiirleri, kasîdeleri, ilâhîleri ve mevlidleri dinlemek; kalbdeki Allah sevgisini ve rikkati arttırır buyurmuşlardır. (Abdullah-ı Dehlevî)

İslam Dininde ahlakın büyük bir önemi vardır. İslâm’ın gayesi; insanları güzel ahlak sahibi yaparak olgunlaştırmaktır.

Ahlâkın sebebi, insânî ruhun üç kuvvetidir. Bunlardan birincisi, ruhun (İdrâk) kuvvetidir. Buna Akıl denir.

Ahlâkın kaynağı olan kuvvetlerden ikincisi (Gadap) tır. Hayvânî ruhun kuvvetidir. Beğenmediği, istemediği birşey karşısında, kanı harekete geçirir.

Ruhun kuvvetlerinden üçüncüsü (Şehvet)dir. Hayvânî ruhun, kendine tatlı gelen şeyleri istemesidir.

Lokman hakîme, (Edebi kimden öğrendin) dediklerinde, (Edebsizden!) dedi.

Selef-i sâlihînin, Ashâb-ı kirâmın, Velîlerin hayat hikâyelerini okumak da, iyi huylu olmaya sebep olur.

Her müslüman, kalbinden bütün kötü huyları çıkarıp, iyi ahlâkı yerleştirmelidir. Birkaçını çıkarıp, birkaçını yerleştirmekle, insan güzel huylu olmaz.

İnsanların toplum içerisindeki davranışlarını ve birbirleriyle münasebetlerini düzenlemek gayesiyle konulan hükümleri, tekrar gözden geçirmeliyiz! Bu hükümleri kim ve hangi yetkiye dayanarak koymuştur? Eğer tâgûtî güçlerin koyduğu veya çevre kültürünün getirdiği hükümlere göre insanlarla ilişkilerimizi düzenliyorsak, bu düpedüz ahlâksızlık ve edepsizliktir. İslâm dininin tesbit ve tayin ettiği ahlâki hükümlere göre ilişkilerimizi sürdürüyorsak, ruhlar âleminde verdiğimiz misak’a sadakat gösteriyoruz demektir. Gerek nefsimize, gerek ailemize ve gerek içinde yaşadığımız cemiyete karşı olan vazifelerimizi, İslâm’ın tayin ettiği ölçülere göre edâ etmek borcundayız. İnsanların hevâ ve heveslerinden kaynaklanan ahlâk anlayışı, başlı-başına bir faciadır ve sürekli değişir. Bu incelik asla unutulmamalıdır.

KISSA VE HİKAYELER

ZARİF, NEZAKETLİ OLMAK

*HER ŞEY İNCELİKTEN, İNSAN KABALIKTAN KIRILIR. ANONİM

Musa Topbaş -kuddise sirruh- hazretleri anlatır:

“Bir hac mevsiminde idi. Muhterem Üstâz Sâmî Efendi Hazretleri ve evladları Mekkei Mükerreme’de Beytullah Mescidine yakın, Türkistanlı Abdülsettar Efendinin; Ciyad semtindeki evinde idik. Efendi hazretleri’nin odası, sokağa karşı, refikleri olan bizlerin ise içe doğru idi.

Bir öğle vakti, bulunduğumuz odanın kapısına teşrif ettiler ve:

-Dışarda birisinin galiba yemeğe ihtiyacı var! Buyurdular.

Fakir, hemen verilecek yemekleri hazırlayıp kapıya çıktığımda kimseyi göremedim. Beklemeyip gittiğini tahmin ederek geri döndüm. Sekiz on dakika geçmişti ki Efendi Hazretleri tekrar kapıda göründüler:

-O muhtaç tekrar geldi; içeriye bakıyor! buyurdular.

Tekrar yemekleri alıp kapının önüne çıktığımda, dilini dışarıya çıkarıp içeriye bakan hayvancağızı, yani acıkmış köpeği gördüm. Hemen yemekleri olduğu gibi önüne boşalttım. Çok acıkmış olacak ki, hepsini yeyiverdi.

İşte büyüklerin nezaket ve tevazuu böyle olur. Sâmî Efendi Hazretleri köpeği cins ismiyle çağırmamış, kişi tabirini kullanmıştır. Hatta çok zaman hayvanlara bile “yaratık” yerine, “Allâhın kulu” tabirini kullanırlardı.[4]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

[3] Sözlük manaları

[4] ERGÜL Dr. Adem, Kalbî Hayat, Altınoluk 2000./477

Hiç yorum yok: