24 Ağustos 2008 Pazar

TEVEKKÜL ETMEK

TEVEKKÜL ETMEK[1]

* BİR İNSANI DOĞRU YAPMAK İSTERSENİZ ONA GÜVENİNİZ; DÜZENBAZ YAPMAK İSTERSENİZ ONA GÜVENMEYİNİZ. G. BERNARD SHAW

Tevekkül; Maksada erişmek için icap gelen maddî ve manevî sebeplerin hepsine yapıştıktan, elden gelen her türlü gayreti gösterip her yolu denedikten ve başka hiçbir şey kalmadıktan sonra Allah'a güvenerek sonrasını Allah'a bırakmak, demektir. Allah’a güvenmek, kulluk görevini yaptıktan sonra başarıyı Allah’tan beklemek ve gücünün yetmediği şeyleri Allah’a bırakıp ümitsizliğe düşmemektir. Allah’ın dilemediği hiçbir şey hiçbir zaman meydana gelmez. O’nun dilediği bir şeyi de hiç kimse engelleyemez. Onun için mümin her zaman tevekkül içinde bulunmak zorundadır. Bununla beraber tevekkül sebeplere sarılmaya engel değildir. Yüce Allah olayları sebeplere bağlamıştır.[2]

Allâh’a sağlam bir şekilde îmân etme ve güvenmenin tezâhürü olan ahlâkî hasletlerden biri de tevekküldür. Tevekkül mü’minin, yapacağı işlerde zâhirî sebeplere dayanıp gerekli tedbirleri aldıktan ve elinden gelen gayreti gösterdikten sonra, gönlünü bunlara değil de Allâh’a bağlaması ve O’na güvenip teslim olması anlamına gelir. Ona güvenip ra­hat bulmasıdır. Tâ ki kalbi, rızka, azığa, başka bir sebebe bağlamamasıdır. Eğer sebepler bozulursa gönlün bundan kırılmamışıdır.

"Hasbunallahu ve ni'me'l vekil Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir." (Âl-i İmrân, 173) âyetinin mânâsını bilmeli ve buna imân getirmeli ki, dünyada ne varsa, Allah'ındır. Başka hiç bir yapıcı yoktur. Cenâb-ı Hakk'ın ilimde ve kudrette hiç eksiği, noksanı yoktur. Tevekküle de hem tabiat kuvveti hem de imân kuvveti gerektir. Eğer bir kişide gönül rahatlığı ve Allah'a güvenç doğmazsa, onun kalbinde tevekkül doğamaz. Çünkü tevekkü­lün mânâsı, bütün işlerde Hak Teâlâ'ya onun itimâdıdır.

İbrahim Halil aleyhisselâm'ın imânı ve yakîni tamamdı. Lâkin:

Yâ Rabbi, ölmüşleri nasıl diriltiyorsun, bana göster! (Bakara, 260) dedi.

Tevekkül hiçbir zaman çalışmayı ve sebeplere sarılmayı terk edip “Allâh’a güveniyorum.” diyerek tembellik göstermek mânâsına gelmez. Nitekim bir adam Hayvanımı bağlayarak mı yoksa serbest bırakarak mı Allâh’a tevekkül edeyim? diye sorduğunda, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- ona; Önce bağla, sonra tevekkül et! buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Tevekkül, kişinin kendisini Allah'ın dilediği şekle bırakması­dır.

Tevekkül, azlığın ve çokluğun kişi nazarında müsavi olması

Tevekkül, eksiksiz olarak sebeplere başvuruş, sonra da son­suz kudretin tasarrufunu bekleyiştir.

Tevekkül, kulluk görevini yerine getirdikten sonra Rabbini vekil kabul etmektir.

Tevekkül, Cenab-ı Hakk'a tam bir teslimiyetle O'nun takdi­rini beklemektir.

Tevekkül, her mümin için Hakk'a güvenin adıdır.

O halde, bir çoklarında görüldüğü gibi, çalışmadan, ben Al­lah'a tevekkül ettim diyerek işleri oluruna bırakmak yanlış­tır, sebeplere başvurmadan tevekkül, hatadır ve kendini al­datmaktır. Seksen kilometre ile gidilmesi gereken yolda yüzseksen kilometre hızla giden birinin, arabasının üzerine "Allah korusun", "Maşaallah" yazısına güvenmesi, gibi bir şey ki, yanlışlık ortada.

Önce sebeplere başvur, sonra da Allah'ın takdirine ve tek­vinine razı ol, işte gerçek tevekkül budur.

Tevekkül güç ve kuvvetin Allâh’a âit olduğuna, her şeyin O’nun emri ile meydana geldiğine yakînen inanmanın bir netîcesidir.

Cenâb-ı Hak Resûlullâh Efendimiz’e:

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَىِّ الَّذِى لاَ يَمُوتُ وَسَبِّحْ بِحَمْدِهِ

Aslâ ölmeyecek olan hakîkî hayat sahibi Allâh’a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et! (Furkân, 58)

Bir işe azmettiğinde artık Allâh’a tevekkül et! (Âl-i İmrân, 159) diye emretmiştir.

O Kâdir-i Mutlak; Mü’minler sâdece ve sâdece Allâh’a güvenip dayansınlar! Bize yollarımızı göstermişken neden biz Allah'a dayanıp güvenmeyelim? Elbette bize yaptığınız eziyetlere katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkül etsinler. (İbrâhim, 11-12) buyurarak kullarının da kendisinden başka hiçbir şeye bel bağlamamalarını istemektedir. Çünkü:

وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ فَهُوَ حَسْبُهُ

Allâh’a tevekkül edene, Allâh kâfidir! (Talâk, 3)

KISSA VE HİKAYELER

TEVEKKÜL BÖYLE Mİ OLUR?

* GÜZELLİK DOĞRULUK, DOĞRULUK GÜZELLİKTİR. KEATS

Büyük velilerden Şakik Belhi (VIII. yyıl) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına şahit oldu. Yanına yaklaştı ve sordu:

-Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verdi:

-Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.

Bu açıklama Şakik'i adeta bir şamar gibi sarstı. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırdı ve kendi kendine şöyle dedi:

-Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah'a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] BİLMEN Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, Merve Yayın ve dağıtım İstanbul./493

Hiç yorum yok: