11 Ağustos 2008 Pazartesi

İSARDA BULUNMAK

İSARDA BULUNMAK[1]

*Cömertlik et, iyilikte bulun. Fakat başa kakma, çünkü cömertliğin faydası sana aittir.

ŞEYH SADÎ

İsar: Diğergâmlık, cömertlik, ikram, bol bol verme, dökme, serpme, saçma. Başkaları için özveride bulunma, kendisinin ihtiyacı olduğu halde başkasını kendi nefsine tercih etme duygusudur. Muhtaç olduğu hâlde, elindeki malı muhtâç din kardeşine verip, yokluğa katlanmadır.[2]

Cömertliğin en yüksek derecesi isardır. Isar, "kendin, ihtiyaç içinde bulunsan bile sahip olduğun malı başkalarının ihtiyacını karşılamak için cömertçe kullanman" demektir.

Îsâr, cömertliğin zirvesidir. Zira cömertlik, malın fazlasından kendine lâzım olmayanı vermektir. Îsâr ise, muhtâç olduğu bir şeyi kendisinden koparıp vermesidir. Îsârın mânevî mükâfâtı da kulun fedâkârlığı nisbetindedir. Cenâb-ı Hak, Mekkeli muhâcirlere imkânlarını devreden ve onların ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarına tercihan gideren Ensâr-ı kirâmı şöylece methediyor:

“... Kendileri zarûret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler (îsâr ederler). Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Haşr, 9)

Enfal 3. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.

"اَلَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَ مِمَّارَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ."

Al-i İmran 134. O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.

"اَلَّذِينَ يُنْفِقُونَ فِىالسَّرَّآءِ وَالضَّرَّآءِ وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِالنَّاسِ. وَاللهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ"

İnfâkın en yüksek derecesi olan îsâr, kendinden koparıp verme, kendi hakkını din kardeşine devretme hâdisesidir. Peygamber, sahâbî, evliyâullâh ve sâlih kullara âid yüksek seviyede bir infak keyfiyetidir.

Allâh’ın mahlûkâtına infak, Allâh’a muhabbet demektir.

KISSA VE HİKAYELER

HAC PARALARI

*Cömertlik göz kamaştırıcı hediyeler vermek değil, zamanında vermektir. Jean De LaBRUYERİ

Abdullah ibn-i Mübârek'in bir hikâyesi şöyledir:

Abdullah ibn-i Mübârek bir keresinde hacca gitmeğe niyetlenmiş. Birileri gelmişler, ricâ etmişler:

-Ne olur, biz de seninle beraber hacca gidelim! demişler.

-Olur, ama keselerinizi bana vereceksiniz. Keseler bende olacak! demiş.

-Tamam. demişler.

Kaç kişi katılacaksa, katılmış. Katılanlar bütün keselerini getirmişler. Bir sandık getirmiş Abdullah ibn-i Mübârek...

-Herkes kesesine ismini yazsın! demiş; yazmışlar.

-Koyun şu kasaya!.. demiş; koymuşlar. Yola çıkmışlar Horasan'dan...

Her yerde mola parası, atların yem parası, insanların yiyecek parası vs. hep Abdullah ibn-i Mübarek veriyor, ödüyor. Medine-i Münevvere'ye gelmişler, Mekke-i Mükerreme'ye gelmişler. Hac vazifesini yapmışlar. İşte oralardan zemzem almışlar, hurma almışlar, tesbih almışlar, hediyeler almışlar... Hep Abdullah ibn-i Mübârek masrafları yapıyor.

Sonra hac bitmiş, Horasan'a dönmüşler. Bir ziyafet çekmiş onlara... Zengin adam, tüccar... Hem zengin, hem alim, hem sofî, her şey var... Hem şair, hem yazar... Orda ziyafet çekmiş. Hattâ ziyafette öyle nadîde yemekler sunmuş ki, Horasan'da her zaman herkesin yemediği yemekleri misafirlere ikram etmiş.

Sonunda ziyafet bitmiş. Sandığı getirmiş ortaya, kapağı açmış. Herkesin kesesini üzerinde yazılı ola isme göre herkese vermiş. Sandığı götürmemiş, ama herkesi hacca götürüp getirmiş.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2006

[2] Sözlük manaları

Hiç yorum yok: