24 Ağustos 2008 Pazar

ŞÜPHELİLERDEN KAÇINMAK

* SANA ŞÜPHE VEREN ŞEYİ BIRAK, ŞÜPHE VERMEYENE BAK! (HADİS-İ ŞERİF)

Her hangi bir şeyin helal mi haram mı yoksa mekruh mu olduğu bazı durumlarda tam olarak bilinmeyebilir. Böyle durumlarda takva düşüncesiyle şüpheli olan şeyi terk etmek daha faziletlidir. Böylece her hangi bir günaha düşülmemiş olur.

Açık bir hüküm olmaması sebebiyle bazı konuların, helâl mi yoksa harâm mı olduğu ilk bakışta bilinemeyebilir. Peygamber Efendimiz, insanların birçoğunun bunları bilemeyebileceğini ifâde etmiştir. İslâm âlimleri bunları, bilinen benzeri konulara kıyas ederek açıklığa kavuşturmuşlardır. Dolayısıyla, durumu böyle şüpheli olanlardan kaçınmak gerekmektedir. Çünkü, kaçınılan şey, harâm ise böylece ona bulaşmaktan korunmuş olur. Helâl ise, takvâ niyetiyle terkedilmiş olur ki, bunun bir zararı olmaz.

Şüpheli şeyler bir konuda âlimlerin ihtilafıyla ortaya çıkar ki, bunlar “mekrûh” veya “mübah” olan şeylerdir.

Mekrûh, kulla harâm arasında bulunan bir eşiktir. Hayâtında mekrûha çokça yer veren kimse, harâma düşme tehlikesi ile yüz yüzedir.

Mübah da, kulla mekrûh arasında yer alan bir eşiktir ki, buna çokça yer veren de mekrûha düşer. Dolayısıyla helal bile olsa, kişiyi mekrûha veya harâma düşüreceğinden korkulan işleri yapmaktan kaçınmak gerekir. Mekruhu işleme alışkanlığı kişiyi, aynı cinsteki harâm olan veya bir şüphe bulunan yasağı işlemeye sevkeder. Bu ise, verâ nurunu eksilterek kalbin kararmasına sebep olur. Nitekim hadis-i şerifte:

Kim şüpheli olduğunu sezdiği bir şeyi terkederse, harâmlığı belli olan şeyi daha çok terkeder. Kim de şüphelendiği şeyi yapmada cü’retkâr olursa, harâmlığı açık olan şeye düşmesi daha kolaydır. buyurulmuştur. (Buhârî, Buyû, 2)

Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!(Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- harâma düşmemek ve ondan tamamen uzaklaşmak gayesiyle, şüpheli şeylerden titizlikle kaçındığı gibi, ümmetini de bundan sakındırır ve şöyle buyururdu:

Helâl olan şeyler belli, harâm olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, harâm mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Bunlardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Sakınmayanlar ise zamanla harâma düşerler. Tıpkı sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Allâh’ın yasak arâzisi de harâm kıldığı şeylerdir. (Buhârî, Îmân, 39)

Müslümanın bozulmamış selim vicdânı iyilikle kötülüğü, şüpheli olan şeyle şüpheli olmayanı ayırabilecek bir özelliğe sâhiptir. Mü’min, içinde çınlayan bu ilâhî sese kulak vermelidir. Bu gerçeğe işaret eden şu hâdise ne kadar mühimdir:

Vâbisa bin Ma’bed -radıyallâhü anh- diyor ki, birgün Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna varmıştım. Bana:

-İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin? buyurdu.

-Evet, dedim. O zaman şunları söyledi:

-Kalbine danış. İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını tasdik ettiği şeydir. Günah ise içini tırmalayan ve başkaları sana «Yap!» diye fetvâlar verseler bile, içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir. (İbn-i Hanbel, IV, 227-228)

Bu konularda en büyük hassâsiyeti gösterenlerden biri de, Hz. Ebûbekir idi.

KISSA VE HİKAYELER

PADİŞAHINDAN KORKTUĞUN GİBİ

* ALLAH’IM SEN’DEN BAŞKA HİÇ BİR ŞEYİ OLMAYAN BEN, SEN’DEN BAŞKA

HERŞEYİ OLANLARA ACIRIM. KONFÜÇYÜS

Vezirlerden birisi, Allah dostlarından Zünnûn-ı Mısrî hazretleriyle görüştü ve ellerine kapanarak:

-Bana himmet buyur, gece gündüz elimden geldiği kadar padişahın işi ile meşgulüm. Bu hizmetime karşılık, onun ikram ve ihsanını bekliyor; ama azarlamasından ve beni cezalandırmasından da korkuyorum, dedi.

Zünnûn onun bu hâline ibretle bakıp, ağlamaya başladı ve:

-Eğer ben, senin padişahından korktuğun ve ona hizmet ettiğin gibi Allah'tan korksaydım, sıddîklar zümresinden olurdum, buyurdu. Nebevî ahlâkın bir Hak dostundaki in'ikâsı işte bu şekilde ortaya çıkmıştır.

Hiç yorum yok: