20 Ağustos 2008 Çarşamba

MURAKABE ETMEK

MURAKABE ETMEK[1]

*NEFSİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR. (HADİS-İ ŞERİF)

Murakebe; Kontrol etme, teftiş etme, gözetme, gözetleme, inceleyip vaziyeti anlama, iç alemine bakma, dalarak kendinden geçme gibi anlamlara gelir. Kendini tamamen nafile ibadet ve itaate vermek için bir yere kapanma. Allah rızası için çile doldurmaktır. Bir şeye dalarak düşünceyi onun üzerinde yoğunlaştırmadır.[2]

Murakabe makamı, nefsi inceleme, onu teftiş etmedir. Murakabenin mânâsı bekçi­lik etmektir. Nitekim nefsin de her lâhza gözetil­mesi, teftiş edilmesi gereklidir. Eğer biz bundan gaflete düşersek, o, ya tembelliğinden ya da şehvete düşkünlüğünden kendisinin tabiatı üzerinde olur.

Asıl murakabe odur ki, o kişi ne iş işlerse, gönlüne her ne getirirse hepsini, Allahü Teâlâ'nın bildiğini düşünmelidir. Halk onun ancak dışını görür. Ama Hak Teâlâ, onun hem dışını, hem de içini görür, bilir. Bir kişi bunu bilirse, bu biliş onun kalbine üstün ge­lirse, o kişinin, içi de, dışı da edep, terbiye yolunda olur.

Vaktâ ki, Hak Teâlâ'nın zahiri de, bâtını da gördüğüne imân getirmezse, o zaman kâfir olur. Eğer imân getirirse, o imana muhalefet etmek büyük saygısızlık veya akılsızlık olur.

Allahü Teâlâ bu yolda şöyle buyurur:

أَلَمْ يَعْلَمْ بِأَنَّ اللَّهَ يَرَى {14}

Hak Teâlâ'nın seni her zaman gördüğü­nü bilmez misin? (Alâk, 14)

Bir Habeşli, Resûlullah Efendimiz'e: Benim güna­hım çoktur. Tevbe etsem tevbem kabul olunur mu? diye sordu. Resul (S.A.V.) de:

-Kabul olur! diye buyurdu. Habeşli yine:

-Günah işlediğim zaman O beni görür mü? diye sordu. Resul (S.A.V.) de:

-Görür! diye buyurdu. Habeşli, bir nâra savurdu ve hemen düşüp ora­da can verdi. Nitekim Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Hak Teâlâ her şeye gözcüdür. (Nisa, 1)

Bun­dan ötürü biz, daima müşahede üzere olmalıyız.

Müslüman ulularından biri bir müridine. Öteki müridlerinden daha fazla itibarda bulunur­du. Maksadı, öbür müridleri gayrete getirmekti. O kişi, müridlerinin eline birer kuş verdi:

-Bu kuşları ıssız bir yerde öldürünüz! Ama dikkatli olun, sizi hiç kimse görmesin! de­di. Müridlerin hepsi ıssız yerlere gidiler, o kuşları öldürüp getirdiler. O sevilen mürid ise kuşu diri olarak getirdi. Ulu kişi:

-Sen bu kuşu niçin öldürmedin? diye sordu. Mürid:

-Kimsenin görmeyeceği hiç bir yer bulamadım. Çünkü Hak Teâlâ her yerde hazır ve nazırdı! dedi.

KISSA VE HİKAYELER

KAYBOLAN İNEK

*KENDİNİ YARGILAMAK, BAŞKALARINI YARGILAMAKTAN DAHA ZORDUR. SAİNT EXUPERY

Hazret-i Allah’ın rahmet-i ilahiye vesile üç insan-ı kamil sohbet ediyorlardı. Sohbetleri avamın ölçüsüne uyan, na-ehlin anlayacağı cinsten değildi.

Zatlardan bir tanesi:

-Dünya benim hayatımda avuç içini dolduracak kadar yer tutmaz. Diğer zat:

-Dünyanın benim nazarımda iki dudağımın açıklığı kadar yeri vardır. Üçüncü zat da:

-Kirpiklerimin arası kadar yeri vardır. Diyorlardı.

Birbirlerini iyi anlıyorlardı ne demek istediklerini. Hizmetlerinde bulunan derviş ise bu hikmeti anlayamıyordu. Anlatırsın, dinliyormuş gibi görünse de!..

Zevahire hüküm verme. Bilesin ki, her kişi Allah’a olan imanı nispetinde manadan nasibini alır.

Yaşlı bir kadın çığlık benzeri feryadı ile çarşı pazar geziyordu.

-İneğim kayboldu. Benim başka geçinecek bir şeyim yok. Allah rızası için, ey müslümanlar, benim ineğimi bulun! diye avaz avaz bağırıyordu.

Üç evliyanın hizmetinde bulunan derviş kadına:

Ben senin ineğinin yerini bilenleri biliyorum. Diye Allah’ın evliyalarını gösterdi de:

-Senin ineğin bunlarda. Dedi.

Kadın:

-Derviş babalar! Benim ineğimi verin. diye çıkışınca dediler ki:

-Bizde olduğunu kim söyledi?

-Dışarıdaki derviş baba söyledi. Deyince, dervişi içeri çağırarak sordular:

-Sen mi söyledin inek bizde diye?

-Evet, ben söyledim. İnek sizlerde. Sohbetinizi anlamadım amma dinledim. O kanaatı edindim ki, inek sizde. Çünkü birinizin dünya avcunun içinde; birinizin de kirpiğinin arasında. Birinizin de iki dudağının arasında. İnek dünyadan dışarı çıkmadı ya!.. Ya bu türlü sohbet etmeyin, ya da ettiğinize göre kadının ineği sizlerin dar dünyasında, verin kadının ineğini.

-Bizim sohbetimizin anlamı bu değildi amma haklısın. Dediler.

Müşkül durumda kaldılar. Her şey yed-i kudretinde olan Hazret-i Allah’a boyunlarını büktüler. Üçü birden tazarru ve niyaza başladılar.

Üç mübarek iltica gözlerini açtılar. Kadına: “Şu anda inek evde” müjdesini verdiler. Evine giden kadın balçıktan çıkmış, her tarafı çamurlar içinde ineği görünce: “Dervişler balçıktan çıkarmak için çok zorlanmışlardır” diye, şükrane olarak, iki tavuğu vardı, alelacele kesti, temizledi, pişirdi, kızartıp ikram etti de:

-Derviş babalar, balçıktan çıkarmakta belli çok zahmet çektiniz, buyurun, yiyin, helal olsun. Dedi de, bu hali seyreden derviş:

-Sizin ne hakkınız var? Ben kazandım bu tavukları. Diye iki ellerini birbirine vurunca canlanan tavukları kaçırmaz mı?!..

Bu kıssaya ben inandım, yazdım. Ve Hüve âlâ küll-i şey’in kadir.[3]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

[3] internet

Hiç yorum yok: