11 Ağustos 2008 Pazartesi

İTAAT ETMEK

İTAAT ETMEK[1]

*ZALİMLERE İSYAN ETMEK, TANRI'YA İTAAT ETMEKTİR. JEFFERSON

İtaat; Allah’ın emirlerini dinleyip tutmak demektir. Amirin dince yasak olmayan emirlerini tutmakta itaattır. İtaatın zıddı isyandır. Yüce Allah’ın emirlerini tutmayan insan günahkar ve hayırsız bir insandır.[2] “Söz dinleme,” “sözünden çıkmama” “Boyun eğme”, “uyma”, “dinleme”, “alınan emre göre hareket etme” anlamlarına gelen itaat, zıddı olan “isyan” veya muhalefet”le birlikte, insanların fıtratında bulunan ve birbirlerine aykırı, fakat aynı derecede lüzumlu olan özelliklerdendir. İnsanlar sahip oldukları bu özellikleri sayesinde bir otoriteye bağlanıp beraberce hareket ederler.

İtaat; üst amirin dince yasak olmayan emirlerini dinleyip ona göre yürümektir. Yüce Allah'ın buyruklarını dinleyip tutmak bir taattır. İnsanın mutluluğu da bu taata bağlıdır. Bunun karşıtı isyandır. Yüce Allah'ın emirlerini dinlemeyen bir insan günahkâr ve hayırsız bir kimsedir ki, kendisini tehlikeye atmış olur. Artık böyle bir kimseden insanlık ne bekleyebilir. İtâatsizlik, serkeşlik ve muhalefet anlamına gelir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

{59} يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ..

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. .... (Nisa, 59)

Toplu halde yaşayan insanların, ilişkilerinin sağlıklı yürüyebilmesi, huzur ve güven içinde yaşayabilmeleri, bir takım düzenlemelerin varlığına bağlıdır. Söz konusu düzenlemeler olmadan, ne fertlerin ne de toplumların huzur ve güven içinde mutlu bir hayat sürmeleri kabil değildir. Ancak, mevcut otoriteye itâat edilmediği sürece, ister yazılı kanunlar şeklinde olsun, ister yaşayan örf ve âdetler tarzında olsun, bu düzenlemelerin hiçbir yararı olmaz. O halde itâat mutlaka gereklidir.

Kime itaat etmek gerekir, ya da kimlere itaat edilmelidir, sorusuna gelince... Elbette itaata kim lâyıksa öncelikle ona itaat etmek, kime boyun eğmek gerekiyorsa ona boyun eğmek ve kimin emrini yerine getirmek gerekliyse onun emrini yerine getirmek icap eder.

Buna göre; kendisine itaat edilmesi gereken en büyük otorite, şüphesiz ki, tüm alemlerin Rabbi olan Allah’tır. O’na itaat her itâattan önce gelir, O’nun buyruğu tüm buyruklardan üstündür. Kendisinden başkasına itaat, ancak O’nun izniyle ve müsaade ettiği ölçüde caizdir.

Bir insanın itâatkâr kul olmasının aslı dört şeydir:

Birincisi, uzun emelli olmamak.

İkincisi, Cenâb-ı Hakk'ın va'dinden emin olmak.

Üçüncüsü, Cenâb-ı Hakk'ın taksîmine, verdiğine râzı olmak.

Dördüncüsü haram yememek. Kim bu dört şeyi yerine getirirse, bütün mücâhedeleri yerine getirmiş olur. Nefsini itâat altına almış olur. (Ahmed Nâmıkî Câmî)

KISSA VE HİKAYELER

MÜCEVHER

*EĞER İNANIYORSANIZ EN ÜSTÜN SİZSİNİZ. KUR’AN-I KERİM (AL İ İMRAN:139)

Padişah bir gün divana girdiğinde memleketin ileri gelenlerinin tümünün toplanmış olduğunu gördü. Bir mücevher çıkararak kuşağının arasından vezirine uzattı, dedi ki:

-Bu nasıl bir mücevherdir, değeri nedir?

Vezir aldı, şöyle bir baktı:

-Yüz eşek yükü altın değerinde bir mücevherdir, dedi.

Padişah:

-Kır bakalım bunu, deyince;

-Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin, malının iyiliğini isteyen bir kişiyim ben!.. Değer biçilemez böyle bir mücevherin zayi olmasını nasıl reva görebilirim? Dedi.

Padişah vezirin sözünü takdir etti, bir elbise verdi ödül olarak. İnciyi aldı ondan. Sonra diğerleri ile birlikte başka bir meseleden bahis açarak unutturdu olayı. Perdecinin eline tutuşturdu mücevheri, dedi ki:

- Bir isteklisi olsa, ne değer eder acaba?

Perdeci:

-Bu mücevher, dedi, ülkenin yarısı değerindedir. Allah memleketi tehlikelerden korusun.

-Kır bunu, diyince padişah:

- Ey kılıcı güneş gibi parlayan padişahım, dedi perdeci. Bunu kırıp ufalamak pek yazıktır, pek yazık!.. Değeri şöyle dursun, şu parlaklığa bir bakın!.. Gündüzün nûru bile ona uymakta. Bunu kırmaya nasıl elim varır?. Nasıl olur da padişahın hazinesine düşman olurum?

Padişah ona da elbise armağan etti, gelirini arttırdı. Onun aklını övmeye başladı. Bir müddet sonra mücevheri bir beyin eline verdi, onu da sınadı. O da öyle söyledi, divanda bulunan diğer beylerde. Padişah ta her birine ağır elbiseler verdi, ihsanlarda bulundu!.. O aşağılık kişileri yoldan çıkardı, kuyuya attı. Elli, altmış beyin tamamı veziri taklit etmişlerdi. Gerçi dünyanın değeri taklittir ama, her mukallit de sınanmada rüsvay olur.

Bir köşede bekleyen Eyaz kalmıştı yalnızca. Mücevheri ona uzatarak dedi ki:

-Ey Eyaz!.. Söyle bakalım; bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin değeri nedir?

-Söyleyebileceğimden de artıktır padişahım, diyince;

-Haydi öyle ise kır bakalım onu, dedi padişah.

Eyaz’ın yenlerinde taşlar vardı. Belki bu saf temiz kişi rüyada görmüş, yada keşfen malum olmuştu da o taşları gizlemişti eteğine. Hani Yûsuf’da kuyunun dibinde iken işin nereye varacağını bilmişti ya!.. Neyse... Derhal o taşlarla mücevheri kırdı, un ufak etti. Beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu.

-Bu ne korkusuzluk? Allah hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir, dediler. O toplulukta bulunan herkes kötülüklerinden, padişahın inci gibi buyruğunu kırmışlardı. Mücevherin değeriyle sevginin sonucu, gönüllerinde gizli kalmıştı. Eyaz dedi ki:

-Ey ünlü ulular, padişahın buyruğu mu daha ileri, mücevher mi? Padişahın buyruğuna aldırış dahi etmiyorsunuz!.. Ben gözümü padişahtan ayırmam. Müşrikler gibi taşa tutmam. Boyalı bir taşı seçip de, padişahın buyruğunu geri bırakan canda hiçbir cevher, hiç bir değer yoktur.

Bu sözler üzerine o yüce beyler, hatalarına özür olmak üzere başlarını önlerine eğdiler. Gönüllerinden yüzlerce ah çektiler. Padişah da ihtiyar cellada emir verdi:

-Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklaştır!.. Bu aşağılık adamlar, bu makama lâyık değiller. Bir taş için benim buyruğumu reddettiler. Buyruğum; bu çeşit fesatçılara bir boyalı taş için hor ve hakir oldu.

Bunun üzerine merhametli Eyaz sıçradı, o ulu padişahın tahtına koştu, secde edip dedi ki;

-Padişahım; senin gibi yüce bir padişahın sultanlığına gökyüzü bile hayran olmuştur. Cömertler cömertliğini, hümalar kutluluğunu senden alırlar. Ey lütuf ve kerem sahibi!.. Bu suçluların gaflet ve küstahlıkları; senin affının çokluğundan meydana gelir. Ey affetmeyi sandığına almış, kendine mal edinmiş zat; affet. Sen lütufta en ileri gidensin!.. Ben kim oluyorum da af et, diyeyim. Ey padişahım, ey “kün” emrinin hülasası!.. Suçlu benim. Affet, affet, affet![3]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] BİLMEN Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, Merve Yayın ve dağıtım İstanbul./490

[3] Mesnevi:5.Cilt. Sayfa:328

Hiç yorum yok: