21 Ağustos 2008 Perşembe

PEYGAMBERİMİZİ SEVMEK

PEYGAMBERİMİZİ SEVMEK[1]

*SİZE KENDİ İÇİNİZDEN ÖYLE BİR PEYGAMBER GELDİ Kİ, SİZİN HÜSRÂNINIZA ÜZÜLÜYOR. (TEVBE, 128)

Hazret-i Âdem ve Havvâ -aleyhimesselâm- ile başlayan insanlık âilesi, dînî huzur ve saâdet gölgesinde yaşamak üzere; bugün Mekke’deki Kâbe’nin yerini ilk ibâdethâne edinmişlerdir. Hayâtî ve ictimâî lüzûm sebebiyle etrâfa yayılan Âdemoğulları, zaman zaman peygamberlerle irşâd olunarak dînî hayatı devâm ettirmişler ve bu sûretle ilâhî hakîkatlere sâdık kalmışlardır. Nihâyet, dünya gününün ikindisine benzeyen asr-ı saâdet gelmiş ve Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile dînî hayat ilk başladığı yerde, son bir kemâl zirvesi göstermiştir. Artık zirve teşkil eden kemâl-i Muhammedî’den sonra kemâl tasavvuru muhaldir. Zîrâ Allâh’ın râzı olduğu dîn, İslâm olmuştur.

Kâinât manzûmesi, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in nûrundan bir kıvılcımdır. Eğer Âdem -aleyhis­selâm-’ın toprağına Rasûlullâh’ın toprağından bir na­sîb konmasaydı, Âdem -aley­hisselâm-’ın tevbesine icâbet olunmazdı. Hadîs-i şerîfte buyurulduğu üzere:

Âdem -aley­his­se­lâm- cen­net­ten çı­ka­rıl­ma­sı­na se­bep olan zel­le­yi iş­le­di­ğin­de, ha­tâ­sı­nı idrâk edip:

-Yâ Rab­bî! Mu­ham­med hak­kı için Sen’den be­ni ba­ğış­la­ma­nı is­ti­yo­rum, duâsıyla Al­lâh Te­âlâ’ya ilticâ etti. Al­lâh Te­âlâ:

…Ha­kî­ka­ten o, ba­na gö­re mah­lû­kâ­tın en se­vim­li­si­dir. Onun hak­kı için ba­na duâ et. Mâ­dem ki duâ et­tin, Ben de se­ni ba­ğış­la­dım. Şâ­yet Mu­ham­med ol­ma­say­dı se­ni ya­rat­maz­dım! bu­yur­du. (Hâ­kim, Müs­ted­rek, II, 672)

İşte Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-, Rasûlul­lâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i, duâsına vesîle kıldı; ilâhî affa mazhar olarak kınanmaktan kurtuldu. O yüce Rasûl, İbrâhim -aleyhisse­lâm-’ın sul­büne intikâl eyledi; ateş ona serin ve selâmet oldu. O yüce inci, İsmâil -aley­hisse­lâm-’ın sedefine girince, nâmına göklerden kurbanlık bir koç indirildi.

Görüldüğü üzere Peygamberler dahî O’nun hürmetine ilâhî rahmetten istifade etmişlerdir. Hattâ O’na tâbî olmanın rahmetine nâiliyyet için kendisine ümmet olmak isteyen peygamberler bile çıkmıştır. Bereketli bir hidâyet şerâresi hâlindeki nebîler silsilesinin her halkası, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazreti Mu­hammed Mus­­tafa -sal­lâllâhu aleyhi ve sellem-’in zuhûrunun âdetâ birer ikbâl müj­decisiydi

Kulu, Allâh’a muhabbet deryâsına götürecek olan yegâne rahmet ve muhabbet pınarı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Çünkü Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e muhabbet, Allâh’a muhabbet; O’na itâat, Allâh’a itâat; O’na isyan, Allâh’a isyân sadedindedir.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyurmaktadır:

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {31}

Ey Rasûlüm! De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız, bana itaat ediniz ki, Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiret buyursun!.. (Âl-i İmrân, 31)

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e cân u gönülden muhabbet duymak bizler için yegâne “üsve-i hasene” olan Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sel­lem-’e tâbî olmalıyız.

Allâh Rasûlü’nün mübârek şahsiyetinden hisse alarak O’nda fânîleşen sahâbe-i kirâm hazarâtının Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e duydukları dâsitânî aşk ve muhabbetin yanık tezâhürleri sayısızdır:

Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir adam geldi ve:

-Yâ Rasûlallâh! Kıyâmet ne zamandır? dedi. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

-Kıyâmet için ne hazırladın? diye sorunca o da:

-Allâh ve Rasûlü’nün muhabbetini… cevabını verdi.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

-Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın, buyurdular.

Enes -radıyallâhu anh- bu rivâyetinin devâmında der ki:

İslâm’a girmekten başka hiçbir şey bizi Allâh’ın Nebîsi’nin “Muhakkak sen sevdiğinle berabersin.” sözü kadar sevindirmemiştir. İşte ben de Allâh’ı, O’nun Rasûlünü, Ebû Bekr’i ve Ömer’i seviyorum ve -her ne kadar onların yaptıkları amelleri yapamadımsa da- onlarla beraber olmayı umuyorum. (Müslim, Birr, 163/2639)

Sahâbîler, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e karşı o kadar hürmet, tâzim ve muhabbet besliyorlardı ki, bâzıları, Rasûlullâh’ın mübârek elleri dokundu diye başlarındaki saçları kestirmemişlerdi.

Yine Peygamber âşıklarında, Allâh Rasûlü’nün muhabbetinin bütün fânî ıztırapları aştığını gösteren şu misâl de pek ibretlidir:

Abdullâh bin Mübârek anlatıyor; “İmam Mâlik’in yanındaydım. Bize Allâh Rasûlü’nün hadis-i şeriflerinden naklediyordu. Bir akrep gelip onu defalarca soktu. Rengi değişiyor, sararıyor ancak Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hadisini kesmiyordu. Ders bitip de insanlar dağıldıklarında ona dedim ki:

-Ey Ebû Abdullâh! Bugün sende bir gariplik gördüm?

O da:

-Evet. Beni defâlarca akrep ısırdı, hepsine de sabrettim. Buna ancak Rasûlullâh’a olan tâzim ve hürmetimden dolayı dayandım, dedi. (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, III, 333)



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

Hiç yorum yok: