24 Ağustos 2008 Pazar

TİCARET YAPMAK

TİCARET YAPMAK[1]

*ÜÇ KİŞİ VARDIR Kİ, KIYÂMET GÜNÜ ALLÂH ONLARLA KONUŞMAYACAK, ONLARDAN BİRİ YALAN YEMİNLE MALINI PAZARLAYANDIR. (HADİS-İ ŞERİF)

Ticaret; Alım-satım, mal alım satımıdır. Mal alım satım sonucu elde edilen kazanç ve kârdır. Kazanç gayesiyle yürütülen her türlü alım satım işine denir.[2]

İslâm fıkhına göre bir müslümanın kendisinin ve ailesinin nafakasını sağlamaya ve varsa borçlarını ödemeye yetecek kadar para kazanması 'farz'dır. Bunun dışında, fakîr müminlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için kazanmak da 'müstehap'tır. Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için bundan fazlası için çalışmak 'mübah'tır. Başkalarına karşı kibirlenmek, dünyevî hırsa kapılarak başkasının servetiyle yarışmaya kalkışmak ve bu mal ile azgınlık ve taşkınlık yapmak için kazanmak, bu kazanç helâl yolla dahi olsa 'haram'dır. Buna karşılık, küfre karşı verilen mücadelede maddî katkıda bulunmak ve malını Allah yolunda infak için samimî bir niyetle çok çalışıp para kazanmak da güzel bir ibadettir. Bu gaye için çalışıp para kazanan kişi sürekli ibadet hâlinde sayılır.

İnsanlar dünya hayatlarında geçimlerini sağlamaları için belirli bir ölçü içinde karşılıklı mal mübâdelesinde bulunmak zorundadırlar, buna da 'rızık temini' denilir.

İslâm'da rızık temin etmenin en faziletli yolu cihad'tan (ganimetten) sonra ticarettir. Sonra ziraat ve sonra da zanaattır. Bütün bu rızık temin etme yollarında alış-veriş işlemi sözkonusu olmaktadır.

İslâm'a göre ticaret; değerli olan bir malı, değerli olan bir diğer mal veya para karşılığında değiştirmektir. Dinimizin ticarette gözettiği gaye, her ne pahasına olursa olsun kazanmak değil, insanlara, ihtiyaçları olan faydalı eşyayı temin ederek hizmette bulunmak, bu vesîle ile de normal, meşru bir kazanç sağlamaktır. Meşru bir ticarette şu özellikler bulunmalıdır:

1) Alan ve satanın rızası,

2) Karşılıklı iyi niyet ve dürüstlük,

3) Ticaretin, taraflardan birine veya başkalarına zarar vermemesi.

Alış-verişin rüknü: Diğer akitlerde olduğu gibi icab ve kabuldür. İcab ve kabul, sözle yazı ile ve işaretle olur. İcab ve kabulde kullanılan ifadelerin kesinlik taşıması gerekir; satıcının bu malı sana sattım, verdim; alıcının da aldım, kabul ettim demesi gibi. Satıcının bu sözlerine îcab, alıcının sözüne de kabul denir.

KISSA VE HİKAYELER

BU SÜT SİZİN

* BEN SİZDEN HİÇ KİMSENİN MAL VE CANINA YAPMIŞ OLDUĞUM BİR HAKSIZLIK SEBEBİYLE HAKKINI BENDEN İSTER OLDUĞU HALDE, RABBİNE KAVUŞMAK İSTEMEM. (HADİS-İ ŞERİF)

Helâl lokma için ticarete haram karıştırmama hususunun ehemmiyet ve bereketini merhum Mûsâ Topbaş Efendi(k.s) şu hâdise ile anlatırdı:

-Müslüman olmuş ermeni bir komşumuz vardı. Birgün kendisine hidâyete eriş sebebini sorduğumda şunları söyledi:

-Acıbadem'de tarla komşum Rebî Molla'nın ticaretteki güzel ahlâkı vesilesiyle müslüman oldum. Molla Rebî, süt satarak geçimini temin eden bir zâttı. Bir akşam vakti bize geldi ve :

-Buyurun, bu süt sizin! dedi. Şaşırdım:

-Nasıl olur? Ben sizden süt istemedim ki! dedim. O hassas zarif insan:

-Ben farkında olmadan hayvanlarımdan birinin sizin bahçeye girip otladığını gördüm. Onun için bu süt sizindir. Ayrıca o hayvanın tahavvülat devresi (yediği otların vücudundan tamamen izalesi) bitene kadar sütünü size getireceğim... dedi. Ben:

-Lâfı mı olur komşu? Yediği ot değil mi? Helâl olsun!.. dediysem de Molla Rebî:

-Yok yok öyle olmaz! Onun sütü sizin hakkınız!.. deyip hayvanın tahavvülat devresi bitene kadar sütünü bize getirdi.

İşte o mübârek insanın bu davranışı beni ziyâdesiyle etkiledi. Neticede gözümdeki gaflet perdelerini kaldırdı ve hidâyet güneşi içime doğdu. Kendi kendime:

-Böyle yüce ahlâklı bir insanın dîni, muhakkak ki en yüce bir dîndir. Böylesine zarîf, hakşinâs, mükemmel ve tertemiz insanlar yetiştiren dînin doğruluğundan şüphe edilemez!” dedim ve kelime-i şehâdet getirip müslüman oldum.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

Hiç yorum yok: