24 Ağustos 2008 Pazar

YEMEKTE EDEPLİ OLMAK

YEMEKTE EDEPLİ OLMAK[1]

*"Yapacağım," deme; "Yaptım," de. PLAUTUS

Allah, Celle Celelüh insanı adeta bütün varlıkların merkezine yerleştirmiş. Canlı ve cansız her şeyi onun etrafında pervane etmiş. İnsanlık aleminin merkezine de rızkı koymuş. Tüm insanları rızkın etrafında döndürüyor. İnsana verilen bunca yetki ve gösterilen bunca özenin de, rızka muhtaç yaratılıp bir ömür boyu onun peşinden koşturulmasının da temel amacı şükürdür. Şükür, muhtaç olduğumuz maddî ve manevî her türlü rızkın kimin tarafından gönderildiğini bilmek, O'na yürekten minnettarlık duymak, bunu yeri geldiğinde ifade etmek, sağladığı her türlü imkan ve enerjiyi O'nu hoşnut edecek şekilde kullanmaktır.

Bu temel ölçüyle, yeme içme adabının ana hatları ortaya çıkar. O da, istifade edeceğimiz bir nimeti, elimize aldığımız bir rızkı Allah'ın adıyla yemeye başlamak; nimete saygılı olmak, taşıdığı sanat incelikleri üzerinde tefekkür, yedikten sonra da Allah'a hamd etmektir.

İkinci önemli adabı, yeyip içtiklerimizin helalden olmasıdır. Allah'ın yer yüzünde bizim için serdiği nimet sofrası gerçekten çok geniştir. Helal olanlar, yasaklardan mukayeseye gelmeyecek kadar fazladır. Yasak edilenler de, bildiğimiz ve bilemediğimiz zararlarından dolayıdır. Helal dairesi her türlü ihtiyaç ve arzumuza yetecek kadar geniştir. Harama girmeye hiç gerek yoktur. Aslında helal olmakla birlikte, başkalarının hakkı olan şeylerin, rızaları alınmadan yenilip içilmesi de haramdır.

Konunun diğer temel bir adabı da, yeyip içerken, aşırıya kaçmamaktır. Fazla kullanım gibi, gereğinden az kullanım da helal olmaz. Bu hem tıbben, hem de ahlakî açıdan uygun görülmemiştir. Peygamberimiz, midenin üçte birinin yemeğe, üçte birinin suya ayrılmasını, diğer üçte birinin ise boş bırakılmasını tavsiye etmiş, tıka basa yemeyi onaylamamıştır. İyice acıkmadan sofraya oturulmamasını, oturunca da tam olarak doymadan kalkmasını tavsiye etmiştir.

Yüce Mevlâ: Kur'an-ı Kerîmde şöyle buyurmaktadır:

Al-i İmran 92. Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça "iyi" ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.

"لَنْ تَنَالُواالْبِرَّحَتَّىتُنْفِقُوامِمَّاتُحِبُّونَ. وَمَاتُنْفِقُوامِنْشَْئٍ فَاِنَّ اللهَ بِهֽ عَلِيمٌ."

Ayet-i Kerîme gereği insan kendi nefsinin çektiği her şeyin diğer insanlar tarafından da arzulanacağını düşünerek hodbin davranmamalı bir şey yiyip içerken diğer müslüman kardeşlerinin durumunu da düşünmelidir. En önemlisi de onlar için de harcama yapabilmelidir.

KISSA VE HİKAYELER

BAHŞİŞ

*Ziyaretçi size geldiği zaman, ona ikram edin. HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

Cömertliğiyle tanınan padişahın ihsanlarından yararlanmayı umarak, onu metheden bir şiir yazdı ve huzura çıktı şair. Bin altın ile libaslar verilmesini emreden padişaha, veziri dedi ki:

-Bu pek az!.. Hiç olmazsa on bin altın verin... Hatta sizin gibi cömertlik denizine on bin altın vermek bile yaraşmaz. Geçmiş padişahlardan biri, cömertliğine örnek olmak üzere harmanın onda birini verirmiş. Padişah şaire on bin altın ve kıymetli elbiseler, kuşaklar armağan ederek uğurladı. Şair bu kadar bir ihsan beklemediğinden, bunun kimin himmeti ile olduğunu araştırdı. Dediler ki:

-O vezirin ismi Hasan’dır. Huyu da ismi gibi hasendir. İşte senin bu kadar devlete erişmene sebep odur.

Şair bunları duyunca veziri metheden uzunca bir kaside yazdı, konağa götürdü, sundu. Lakin kaside de hep veziri övüyor, padişahın hiç adı geçmiyordu. Gerçi kıyafeti, takıları; dilsiz, dudaksız da olsa padişahı yüceltiyordu ya!...

Aradan bir kaç yıl geçti. Şair hazır bulduklarını yedi, tüketti, muhtaç duruma düştü. Aklından dedi ki:

-Yokluk ve darlık zamanında sınanmış olanı aramak, baş vurmak daha iyidir. Kerem ve ihsanda sınanmış olan kapıya gideyim de yine ihtiyacımı arz edeyim.

Şair bir kere daha ihsan sevdasıyla padişahın sarayının yolunu tuttu. Şairin hediyesi ne olacak? Yeni bir şiir!..

Padişahın adetiydi, adeti veçhile yine “bin altın verin” dedi. Fakat bu sefer, o yücelik sahibi, cömert vezir; yücelik burakına binmiş, bu dünyadan göçüp gitmişti. Onun yerine pek merhametsiz ve hasis biri gelmişti. Dedi ki:

-Padişahım, masraflarımız var, bu şaire bu kadar ihsanda bulunmak layık değildir. Ben o şairi bu ihsanın onda birine razı ederim.

Oradakiler; padişahın daha önce on bin altın verdiğini, şimdi az bir ihsanın padişahın şerefine uygun olmayacağını anlattılar. Vezir:

-Ben onu öyle bir sıkarım ki, beklemekten usanır, bîzar olur. Bunu bana bırakın, ne versen razı olacak duruma gelir, meraklanmayın, dedi.

Padişah:

-Tamam, senin istediğin gibi olsun. Ne yaparsan yap. Yalnız onu sevindir, çünkü bizim iyiliğimizi söyler, dedi.

Vezir şairi bekletti durdu. Kış geçti, bahar geldi. Şair bekleye bekleye ihtiyarladı, zebun oldu. Sonunda dedi ki:

-Altın yoksa, bari söv de canımı kurtar. Beklemek beni öldürdü. Bari git de, yoksul canım rehinden kurtulsun.

Nihayet vezir, şaire bin altının onda birinin dörtte birini, yani yirmi beş altın verdi. Derin bir düşünceye daldı şair. Kendi kendine:

-Önce verilen ihsan hem pek çoktu, hem de peşindi. Bu ise hem geç açıldı, açılınca da gördüm ki; bir deste diken!... dedi.

Şaire dediler ki:

-O ihsanların artmasının sebebi olan cömert vezir, Allah rahmet eylesin, göçtü gitti dünyadan. Gitti; ihsanlar da onunla beraber gitti.. O ölmedi, sanki; kerem ve ihsan öldü!. Cömertlik denizinin yerine yoksulların derisini yüzen bu vezir çıka geldi!.. Verileni al, ve bu gece hemen uzaklaş buralardan... Yoksa bu inatçı yakalatır seni, elindekiler de gider sonra. Senin, bizim çalışmalarımızdan haberin yoktur. Bu hediyeyi almak için yüzlerce hileye baş vurduk!..

Şair, onlara dönerek dedi ki:

-Ey beni esirgeyenler; bu kötü vezir nereden geldi? Elbise soyucu bunun adı nedir, söyleyin bana?

-Hasan!.. dediler.

Şair:

-Ya Rabbi!... dedi. Onun da adı Hasan, bunun da!.. Ey dinin Rabbi!... Yazıklar olsun; nasıl oluyor da ikisinin de adı bir olabiliyor? Onun adı Hasan!... Fakat kaleminin bir yazısı ile yüzlerce cömert kişi padişaha vezir ve muhasip olurdu!... Bunun adı da Hasan!... Fakat bu Hasan’ın çirkin sakalından yüzlerce ip örebilirsin!... Padişah böyle bir vezirin sözünü dinlerse kendisini de rezil rüsvay eder, devleti de![2]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2006

[2] Mesnevi:4.Cilt. Sayfa : 95

Hiç yorum yok: