24 Ağustos 2008 Pazar

VAKARLI OLMAK

VAKARLI OLMAK[1]

*VAKAR SÂHİBİ DÜNYÂ İŞLERİNDE KOLAYLIK GÖSTERİR. DİN İŞLERİNDE SARP KAYA GİBİ OLUR. (HÂDİMÎ)

Vakar; Ağırbaşlı olmak, yapılacak işlerde tedbirli ve yavaş davranmaktır. Vakar bir büyüklenme hali değildir. Ağırbaşlı olmak yapılacak işlerde tedbirli ve yavaş davranmaktır. Samimi olan vakar insanın kıymetini yükseltir. Bunun işareti, insanlar arsında ve yalnızlıkta eşit bir hal üzere bulunmaktır.[2]

Vakar, Düşünceden ve şerefi koruma duygusundan, ilmin ve hilmin kuvvetinden ileri gelir. Karşıtı “hafiflik”tir. Hafiflik ise, ahmaklık ve az akıllılık nişanıdır. Gereksiz yere öteye beriye bakıp durmak veya gidip gelmek, bazı organları oynatmak, her söze önemle kulak vermek, gereksiz sorular sormak, soru ve cevaplarda acele etmek, elbise ve kıyafete gereğinden fazla düzen vermek hep hafiflik eseridir. Hafiflik insanın şerefini giderir.

Vakâr; İhtiyaçları ve kıymetli şeyleri elde ederken sürat ve acele etmeyip, yavaş hareket etmektir. Yâni, ağır başlı olmaktır. Yoksa, fırsatı kaçıracak, menfaatini kaptıracak şekilde uyuşuk olmak değildir. Ağırbaşlı olmak, yapılacak işlerde tedbirli ve yavaş davranmaktır.

Halk arasında ağırbaşlılık olarak bilinen vakar, sahibine hürmet duyguları kazandıran bir fazilettir. Vakarın kibre kaçmaması, hatta vakarlı birinin aynı zamanda mütevazi (alçak gönüllü) de olması gerekir. Bu iki huy birlikte bulunduğu zaman tam bir fazilet olur.

Yumuşak huyluluk ve azamet mânâlarını da ifâde eden vakâr, hafifliğin zıddıdır. Kibir ne kadar kötü ise vakâr da o kadar değerlidir. Ancak vakarlı olmak, abûs çehreli, çatık kaşlı, geçimsiz ve uyumsuz insan demek de değildir. Vakar, zillet ile kibir arasındaki denge noktasıdır.

Cenâb-ı Hak, insanları Zât-ı Ulûhiyeti’nden korkmaya, hilmiyle beraber azametinin de bulunduğuna inanmaya ve kendisine saygısızlıktan sakınmaya çağırmaktadır. Böyle yaptıkları takdirde Yüce Allâh onlara bir vakâr ve onur lütfedip değer verecek, neticede büyük mertebelere erdirecektir.

Vakârın bir diğer anlamı, Allâh ve Resûlü’ne lâyık oldukları tazîm ve saygıyı göstermektir. Peygamberimiz’in bir vazifesi de insanların, Allâh ve Resûlü’ne karşı nasıl bir vakâr içerisinde olmaları gerektiğini öğretmektir. Âyet-i kerîme bunu şöyle dile getirir:

Ey Resûlüm! Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik ki ey insanlar Allâh’a ve Resûlü’ne inanasınız, dînine yardımcı olasınız, O’na saygı gösteresiniz ve sabah akşam Allâh’ı tesbih edesiniz! (Fetih, 8-9)

Burada Allâh ve Resûlü’ne îmân ve yardımdan sonra, onlara karşı büyük bir vakâr hissiyâtı içinde bulunmak, yani saygı ve hürmet üzere davranmak emredilmektedir. İnsanlar arasında vakûr olabilmek de ancak bu sâyede mümkündür. Bunun dışında kalan bütün hareket ve davranışlar hafif kalmaya mahkumdur.

Vakâr, herkes tarafından sevilen ve sâhibine hürmet duyguları kazandıran bir fazîlettir. Vakârlı kimselerin söz, davranış ve hâllerinde kibre düşmemeleri, bilakis son derece mütevâzî olmaları gerekmektedir. Bu iki huy birlikte bulunduğu zaman tam bir erdem meydâna gelir. Âyet-i kerîme, Müslümanda olması gereken bu vakârı şöyle ifâde etmektedir:

وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا {63}

Rahmân’ın has kulları, yeryüzünde vakâr ve tevâzû ile yürürler. Câhiller kendilerine hoşa gitmeyecek lâflar atıp sataştıkları zaman, «selâmetle» deyip geçerler. (Furkan, 63)

Peygamber Efendimiz’in vakârı, karşısındakilerin hürmet hislerini uyandırmakta, tevâzuu ise insanların sevgisini celbetmekteydi. Zîra Efendimiz insanların en güzel ahlâklısı idi. Her zaman sükûnet ve vakârla hareket eder, aslâ yüksek sesle konuşmaz ve kötülüğe kötülükle mukâbelede bulunmazdı. Bilâkis, affeder ve bağışlardı.

En mühim bir ibâdet olan namaza giderken dahi, sükûnet ve vakârın muhâfaza edilmesini emrederek şöyle buyururdu:

Kâmet getirildiği zaman namaza koşarak değil, ağırbaşlı bir şekilde yürüyerek geliniz. Yetişebildiğiniz kadarını imamla birlikte kılınız; yetişemediğiniz rekâtları da kendiniz tamamlayınız. (Buhârî, Ezan, 20-21)

KISSA VE HİKAYELER

ERLERİN İZZETİ NEFSİ

* KUVVET 'HAKK' DOĞURMAZ, ANCAK MEŞRU KUVVETE İTAAT MECBURİYETİ VARDIR. J.J.ROUSSEAU

Kırda oturan bir kimsenin ayağını köpek ısırdı. Hem de öyle bir öfke ile ki, sanki dişlerinden zehir damlıyordu.

Bîçâre adam gece ayağının acısından uyuyamadı. Bir küçük kızı vardı. Kız, babasının haline acıdı. Biraz sertçe:

-Babacığım, senin dişin yok muydu? Sen de onun ayağını ısırmalıydın! dedi.

Adamcağız ayağının acısından ağlarken güldü:

-A benim güzel yavrucuğum. Evet, benim de dişim var. Hem de köpeğin ayağını ısırmaya gücüm yeterdi. Fakat ağzımın, dişimin köpeğe dokunmasına gönlüm razı olmadı. Bu iş o kadar iğrenç, o kadar ağırdır ki, birisi eline kılıç alıp şu köpeğin ayağını ısıracaksın, yoksa başını keserim dese, yine o işi yapamam!

Köpek yaradılışta kötüdür. Fakat insan olan, köpeklik yapamaz



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] BİLMEN Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, Merve Yayın ve dağıtım İstanbul./509)

Hiç yorum yok: