11 Ağustos 2008 Pazartesi

GÖRGÜLÜ OLMAK

GÖRGÜLÜ OLMAK[1]

*Hiçbir baba, çocuğuna güzel bir terbiyeden daha iyi bir miras bırakamaz.

HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

Âdâb, “edeb” kelimesinin çoğulu olup iyi ahlâk, güzel terbiye, utanma, insanlara sözle veya işle güzel davranışta bulunmaktan ibarettir. Muâşeret ise insanların arasına karışmak, onlarla beraber olmak ve hoşça geçinmektir. Kısaca âdâb-ı muâşeret, uyulması gereken nezâket ve görgü kâideleridir. Herkesçe kabul edilmiş kurallar; görgü kurallarıdır. Âdâb-ı muaşeret deyimi, Osmanlıca bir tamlamadır.

Rasûlullâh İnsanları layık oldukları yerlere oturtun, buyururken insanlar arasındaki terbiye ve güzel ahlâkın farkını ortaya koy­maktadır. Yine o, Güzel bir görünüm, düşünerek ve ağırbaşlı dav­ranma, ölçülü olma pey­gamberliğin kırkta biridir, derken de Âdâb-ı muaşeretin önemine dikkat çekmiştir.

İslâm’ın ve onun yüce Peygamberi’nin de insanlığa göstermek istediği en önemli esas edebtir. Edebi sâyesinde kişi Allâh’a karşı vazifelerinin sınırını, insanlara karşı görevlerinin hududunu belirler. Zîra farzları tam olarak yapmış olmak için vâciplere, vâcipleri noksansız bir şekilde yapabilmek için sünnetlere; sünnetleri tam olarak takip edebilmek için müstehaplara, müstahaplarda ideale ulaşabilmek için âdâba riayet etmek şarttır. Yani âdâb olmadan farzların kemâlinden bahsedilemez.

Bu konuda Kur'an-ı Kerîm de de:

وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ (Vehüve meaküm eyne meeküntüm.) Her nerede olursanız olun, O (Allâh) sizinle beraberdir. (Hadid, 4) Buyurmaktadır. Her an Allah’la beraber olduğunun şuurunda olan bir insan her hareketinde dikkatli davranır. Bu kişi daima adaba dikkat ederek hareket eder.

Güzel huy, insana hakkın nimetidir, insanlarla öyle ol ki, bir tarafa gitsen, seni arzu eylesinler, vefat edersen seni ağ­layıp, seni söylesinler. İlmin başı rıfk ve hilmdir. Hilmin başı kızgınlığını yenmek ve tahammüldür. Hikmetin başı insanlarla iyi geçinmektir. Aklın başı sevgiyle dostluk kurmaktır. Güzel huy her faziletin esasıdır. Güzel huy, insana hayırlı arkadaştır. Güzel huy, insanı saadete kavuşturur, insanın rıfk ve cömert­liği, düşmanına kendini sevdirir. Hilmin zekatı, güzel idaredir. İlmin zekatı iyi halli kimseler yetiştirmektir. İlmin zineti hilm ve rızadır. Hilmin zineti eziyete katlanmaktır. Kudretin zineti insaf ve adalettir. Nimetin zineti sıla-i rahma gitmektir. Muhabbetin sebebi cömertliktir. Ülfetin sebebi vefadır. Ayrılığın sebebi ihtilaftır. Fakrın sebebi israf­tır.

KISSA VE HİKAYELER

BAYKUŞLAR VE NUŞİREVAN

*Beşerin böyle daleletleri var. Putunu kendi yapar, kendi tapar. Tevfik FİKRET

Adaletiyle meşhur İran hükümdarlarından Nuşirevan tahta geçtiği ilk yıllarda, halka karşı o kadar zalim ve gaddarca davranmış, o kadar zevk-ü sefasına düşkünmüş ki, millet artık canından bıkar hale gelmiş, en ufak ses çıkaran olsa kellesi gidermiş. İşte bu zalim hükümdar Nuşirevan, bir gün maiyetiyle beraber ava çıkmıştı. Yanında gayet zeki bir de veziri vardı. Avlanırken bir ara diğerlerinden ayrılan hükümdar, yanında veziri olduğu halde bir suyun başına varıp atından indi ve bir müddet istirahata çekildi. Yeşillikler üzerinde otururlarken, iki baykuş gelip yakınlarına kondu ve ötmeye başladılar. Baykuşların o nağmeleri Nuşirevan’ın hoşuna gitmiş olacak ki, vezirine:

-İnsan şu kuşların dilinden anlasa da ne dediklerini bilse... Kimbilir bu kuşlar şimdi neler söylüyorlardır? Dedi

Vezirin, derdini anlatması için büyük fırsat doğmuştu:

-Sultanım ben bu kuşların ne dediklerini biliyorum. Eğer müsaade eder ve beni bağışlarsanız, bu kuşların ne söylediklerini size bildireyim, dedi.

Nuşirevan, hayretle:

-Gazabımdan emin olabilirsin, anlat, dedi.

Vezir:

-Sultanım affınıza sığınarak arzediyorum. Bu kuşların birisi, diğerinin kızını oğluna istiyor. Öbürü de; tabiiyeti icabı kızımı sana veririm, yalnız başlık parası olarak bir harabe isterim, diyor. Oğlanın babası ise bu halinden memnun vaziyette; deliye bak, Nuşirevan hükümdar olduğu müddetçe, ben sana bir değil on harabe veririm. Yeter ki sen kızı oğluma ver diyor. İşte padişahım kuşların konuştukları bundan ibarettir, dedi.

Nuşirevan vezirinden memnun olmuştu, ne demek istediğini anladı ve doğruca avdan sarayına dönerek, o andan itibaren hal ve vaziyetini tamamen değiştirdi. Öyle adil, öyle halkını gözetir oldu ki öleceği zaman Nuşirevan’ın memleketinde bir tane harabe kalmamış, her yer mâmur ve müreffeh olmuştu. Nerede o şuurlu idareciler, nerede o hükümdarlar?



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2006

Hiç yorum yok: