EVLİYALARI SEVMEK[1]
*BEN İNSANLARI VE CİNLERİ ANCAK BANA KULLUK ETSİNLER DİYE YARATTIM. KUR’AN-I KERİM (ZARİYAT:51)
Evliya; Veliler, erenler, ulular, dostlar, yakınlar, velayet ve keramet sahipleri, ermişler, Allah’a yakın olanlar demektir. Nefsine değil daima Cenab-ı Hakk’ın rızasına tâbi olmağa çalışan, ibadet ve taatta, takva ve riyazatta çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahü Teala’nın (Celle Celelüh) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zatlardır. Halim, selim ve iyi ahlak sahibi kimselerdir.[2]
Sıfat-ı Safiyye ile sıfatlanan zatların nefisleri, ruhu sultana döner, hayvaniyetten eser kalmaz. Bundan tamamiyle kurtularak Sıfat-ı İnsaniyye ile muttasıf olurlar. Nitekim Yüce Mevla Celle Celelüh Hazretleri buyurur:
Velilerim, bilgim altındadır. Onları, benden gayri kimse bilmez. (Amr Bin Cümuh (RA) Hz. Resul’den (SAV) rivayet ettiği Had. Kudsi)
Bir Hadis-i Şeriflerinde Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem Hazretleri buyururlar ki:
Ümmetimin içinde her yüz senede iyiler bulunur. Bunlar beşyüz kişidir, kırkı ebdaldir. Bunlar her memlekette bulunur. Allah-ü Teala Celle Celelüh Hazretlerinin veli kulları, dünyanın ne olduğunu hakikatini bildikleri için dünyaya önem vermezler. Dünyanın güzelliklerine ve süsüne itibar etmezler. Allah-ü Teala Celle Celelüh Hazretlerinin veli kulları, dünyanın aldatmasından korunmuşlardır. (İbni Ömer’in (RA) riv.et.Had.Şer.)
Evliyanın sohbetinde bulunmak, zikirden va nafıle ibadetten daha faydalıdır. Ashab-ı Kiram, birbirlerini görünce: “Biraz benimle otur, imanımızı tazeleyeyim.” derlerdi. Rasulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz ne buyuruyor:
Ümmetimin kümmelini yağmur gibidir. Evvelinden mi ahirinden mi daha ziyade müstefid olunacağı malum değildir. Yağmur toprağa nasıl hayat verirse, evliya izamı da öylece ruhlara biiznillahi teala, feyz verir. Feyz almayan, yağmur almayan toprak gibidir. (Keşfül Hafa, S.228)
Bize düşen Allahü Teâla’nın gerçek dostlarıyla iyilerle oturup, iyilerle sohbet edip, iyilerle haşrolabilmektir. Bir insanın iyi olmasının veya olmamasının alametleri vardır. İyi kişi iyi konuşur, iyilerle sohbet edip gezer ve oturur. Kötü kişi ise kötü konuşur ve kötülerle gezer oturur. Alemlerin Efendisi, Nebiler Nebisi Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz, ilmin kapıcısı olan Hazreti Ali Keramellahü veche Efendimiz’e şöyle buyurur:
-Ey Ali! İslam üryandır. Giysisi takvadır, tüyleri hidayettir, süsü ise hayadır, direği veradır, ayakta tutucusu da salih ameldir. İslam’ın esası, beni ve Ehl-i Beyt’imi sevmektir. (Ramuzel Hadis S.593. 6195 Nolu Had.Şer.)
KISSA VE HİKAYELER
GEYİK BOYNUZU
*EY İMAN EDENLER ALLAHDAN KORKUN VE SADIKLARLA BERABER OLUN. (TEVBE119)
Rivâyet edilir ki: Hasan Sezâî Efendi zamânında, Edirne'de, kötü yola düşmüş bir kadın vardı. Bir zaman bu kadın hâlisâne olarak tövbe edip, eski hâlinden vazgeçti. Sâlih ameller işlemeye başladı. Fakat, uygunsuz kimseler tarafından tedirgin ediliyor, rahat bırakılmıyordu. Bu kadın Hasan Sezâî'ye gelerek yardım istedi. O da, kadına dergâhta kadınlara mahsus kısımda kalabileceğini bildirince, bir oda tahsis edilip, kadın orada kalmaya, ibâdet ve tâatla meşgûl olmaya başladı.
Bu arada boş durmayan fitneciler, Hasan Sezâî hakkında çirkin iftirâlar yaymaya başladılar. Daha da ileri giderek, bir gece dergâhın kapısına geyik boynuzu astılar. O ise bu hallere sabrediyor kimseye bir şey demiyordu. Geyik boynuzunu dergâhın içine aldırdı. Edirne vilâyeti günlerce bu dedikodularla çalkalandı. Hasan Sezâî Efendi yine sabrediyor, hiç ses çıkarmıyordu.
Bu şâyiânın yayılmasından az zaman sonra, Edirne'de müthiş bir uyuz hastalığı peydah oldu. Hasan Sezâî hakkında her kim iftirâ ve dedikodu etmiş ise ve her kim bu dedikoduları dinleyip kabûl etmiş ise, bu hastalığa yakalandı. Hastalık, bu sözlere adı karışmış olanlara yayılıyor, diğer insanlara bir şey olmuyordu. Hastalığa yakalananların bütün vücûtları yara bere içinde kaldı. Hiçbiri derdine çâre bulamadı.
Affı ve merhameti pekçok olan Hasan Sezâî hazretleri onların bu hastalık sebebiyle şiddetli acı ve sıkıntı çekmelerine dayanamadı. Mübârek kalbi tahammül edemeyip, bir gece kılık kıyâfetini değiştirerek çarşıya çıktı. Kahvelerden birine girdi. Hiç kimse onu tanıyamadı. Uyuz olanlara yaklaşarak;
-Sizin derdinizin ilâcı Hasan Sezâî'dedir, deyip oradan ayrıldı. Ertesi gün dergâhın önü ana-baba gününe döndü. Hastalığa tutulan herkes çâre bulmak ümîdiyle dergâha koşuyordu. Hasan Sezâî Efendi, gelenlerden herbirine, onların dergâhın kapısına astıkları geyik boynuzundan kazıyıp, toz hâlinde veriyordu. O tozu yarasına süren herkes Allahü teâlânın izni ile şifâ buldu. Bu arada herkes hatâsını anlayıp, yaptıkları iftirâ ve dedikodulara pişmân oldular, tövbe ettiler. Böyle bir dertten kurtulmuş olmanın verdiği sevinçle, bir sergi açıp üzerine para attılar. Toplanan paralarla dergâhın kapısına bir çeşme yapıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder