7 Ağustos 2008 Perşembe

DENGELİ OLMAK

DENGELİ OLMAK[1]

* BU FANİ DÜNYAYI BIRAK, UKBAYI DİLE; SEN DÜNYAYI BIRAKMAZSAN, O SENİ BIRAKIR. KUTADGU BİLİG

Dengeli olmak; İtidal, aşırı olmama, orta derecede olma, ölçülü olma, ılımlılık, uyumluluk, yavaşlılık, muvazene anlamlarındadır. Bir şeyde veya bir halde ifrat ve terfide düşmemektir. Heyecanlanmadan, acele etmeden düşüne düşüne tedbirli hareket etme ve soğukkanlı davranıştır. Kişideki ruhsal uyumdur. İç huzuru ve iç düzeni sağlamaktır. Karşıt etkilerin birbirine etkisiz ve eşit olduğu durumdur.[2]

İslâm tamamen bir denge dinidir. Davranışlarımızın muvazeneli, aşırılıklara kaçılmadan yapılmasını ister. Hayat bütün met ve cezirlerine rağmen dengeli sürdürülmelidir. Aşırılıklar insanlara ve toplumlara zarar verici etkiler yapar. Dengeyi sağlamış olanlar islâmiyeti iyi anlamış olgun kişilerdir. Bu konuda sevgili Peygamber’imiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bizlere şöyle buyurmaktadır:

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu: İşlerin en hayırlısı orta ve itidal üzere olanıdır.

Kur'an-ı Kerîm’de de bu konuda Yüce Mevlamız bizlere şöyle buyurmaktadır:

وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ {7} أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ {8}

Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın. (Rahman, 7-8)

Allah-ü Teâla insanlardan her işlerinde dengeli olmalarını istemektedir. Hatta kendisi bile her şeyi bir nizam ve ölçü içersinde yarattığını özellikle belirtmektedir.

Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

-(Ey mü'minler! Amel ve ibadetlerinizi) itidal üzere yapın, ifrattan kaçının. Zira sizden hiç kimseyi (ateşten) ameli kurtaracak değildir. Sahabiler:

-Seni de mi amelin kurtarmaz, ey Allah'ın Resülü! dediler. Aleyhissalatu vesselâm:

-Beni de, buyurdular. Eğer Allah kendi katından bir rahmet ve fazl ile benim günahlarımı bağışlamazsa beni de amelim kurtarmaz! buyurdular.

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenâtı itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi kat'î bir surette gösterir ki, her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten her zaman kaçınmıştır.

İslâmiyet, ruh ile madde, dünya ile âhiret arasında tam bir denge kurmuştur. Yahudîlik beden zevklerini ve maddî faydaları ön plânda tutar. Mensuplarını hırsla dünyaya bağlanmağa sevkeder. Hıristiyanlık ve Hind dinleri ise, sadece ruhu geliştirmeye, vücuda eziyetler çektirerek nefsin arzûlarını zayıflatmaya, dünya hayatını boşlamaya önem verirler. Buna karşılık İslâmiyet, ruh ile beden, dünya ile âhiret arasında tam bir denge kurmuş; ne bedene, ne de ruha ızdırap çektirmeyi esas almıştır. İkisine de aynı ölçüde değer vermiş; herbirinin ihtiyaçlarını ayrı ayrı karşılamayı kabul etmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm'de, Allahım, bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver âyeti, İslâm'daki dünya ve âhiret dengesini en iyi şekilde belirtmektedir. İslâm, ne dünyaya fazla değer vererek âhiretin, ne de âhirete ağırlık vererek dünyanın terkedilmesine izin verir.

Sevgili Peygamber’imiz Hz. Muhammed’de (s.a.v.) Âhiretin dünyada kazanılacağını söyleyerek, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de âhiret için, çalışılmasını ister.

İnsanlar bir türlü aşırılıklardan kurtulamıyor­lar. Hatta, Halife Harun Reşid'in kardeşi oldu­ğu söylenen Behlül Dana'dan şöyle nakleder­ler: Behlül, bir gün sarayın avlusunda uzun ve kalın bir kalasın bir ucuna gitmiş tutup kaldır­mış. Sonra öbür ucuna gitmiş yine tutup kaldır­mış. Sonra tam ortasından kavrayıp kaldırmak istemiş; ama bir türlü başarılı olamamış. Bütün gayretleri boşa gitmiş. Pencereden olayı seyre­den Harun Reşid, Behlül'ü huzuruna çağırmış ve:

-Sen saatlerce orada ne uğraşıp duruyor­dun? O koca kalası kaldıramayacağın belli. Ne diye vaktini boş yere harcadın? diye sormuş. Behlül:

-Bu kalasın bir ucu dünya, öbür ucu ahiret olsa, ben teker teker uçlarından kaldıra­bilir miyim? diye düşündüm. Sonra bakalım, hem dünyayı hem ahireti beraber kaldırabilir miyim, dedim; ama ne yaptımsa hakkından ge­lemedim, demiş.

Harun Reşid dersini almış ve:

-Aslında sen beni kastediyorsun, beni irşad ediyorsun. Bilirim sen zaten boş bir şey yapmazsın, demiş.

Doğru olmasına doğru; ama insan sahabeler gibi manen çok güçlü olsa her hâlde kaldırır. Yani elimiz dünyada çalışırken, gönlümüz dünyaya değil Al­lah'a bağlı olması halinde bu iş başarılabilir. Bu işi yapabilecek yaman pehlivanlar çıkabi­lir.[3]

DENGE İNSANININ RUH PORTRESİ

* TANRI'NIN DEĞİRMENİ AĞIR AMA İYİ ÖĞÜTÜR. GEORGE HERBERT

Denge zıdların çocuğudur. İster fizik âlemde isterse metafi­zik âlemde eşya zıdlarıyla ayakta durur, zıdlarıyla korunur ve zıdlarıyla varlıklarını devam ettirirler. Bu devam ettiriş, sadece eşyanın zıddıyla bilinmesi çerçevesine hapsedilecek kadar tek yönlü değildir. "Kompleks" mânâsını bütün giriftliği ile kucak­layan bir tablo ile karşı karşıyayız. Ve denge insanı, işte böyle bir kavganın kahra­manıdır.

Eteklerinde her iklimin baharını, her hâl ve zamanda ve bütün mekanları içine almak şartıyla sürükleyemeyen insan denge insanı olamaz. Sevgi dengedir. İzdüşümünde nefret vardır. Aşırılık hangi tarafa meylederse etsin dengedeki hassas ölçü bozulur ve iş aslı­na döner. Yerini nefrete terkeden sevgi veya aksi hep bu asla dönüştendir. Sevgili Peygamber’imiz Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: Sendiğini bir dereceye kadar sev, belki birgün düşmanın olur. Düşmanına da bir dereceye kadar düşmanlık yap, belki birgün dostun ve sevgilin olur, sarsıl­maz denge, söz konusu portrede silinmez bir çizgidir.

Mevlâna'nın şu sözü dengenin en çarpıcı misallerindendir. Mayası aşkla yoğrulmuş O büyük insan şöyle der: "Kendini öfke içinde gizleme. Sendeki bu güzellik gizlenecek güzelliklerden değil­dir.." İşte sevgideki denge budur.

Başarabilen sadece denge insanıdır. "Keşkenin halledeceği ve ettiği hiçbirşey yok. Denge insanı böyle bir duruma düşmekten temiz, noksansız, yüksek ve yücedir. Çünkü onun ihtiyatı, her zaman hislerine ve aklına hâkimdir.

Yunus bu den­geyi ne güzel vecizelendirir:

Az söz erin yüküdür,

Çok söz hayvan yüküdür.

Bilene bu söz yeter,

Sende cevher var ise.

Kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya hayır söy­lesin ya da sussun Hadis-i Şerif ifadesinde âbideleşen denge.

Kerem, insanlığın özü ve yaradılışındaki ayırıcı özellik. Di­ğer varlıklar isteseler de kerim olamazlar. Ama kerim olan insan, asaletin ta kendisidir. Kerem ve asalet hayatını takvadan alır. Takva, hayat gerçekleri­ni en mahrem köşelerine kadar tanıma ve kavramadır. O'ndan yine O'na sığınma, takvada doruk nokta. Denge insanı, Rahmaniyet burcunda bu noktayı yakalayan insandır.

Şahsiyet dengedir. İzdüşümünde zillet vardır. Ferdiyet, şah­siyet mertebesine sıçramalıdır ki insan bütünüyle kendisi olsun ve kurtulsun. İzzet ve onur şahsiyetin payan­dalarıdır. Gurur ve kibir ise zillet fideliğidir. İnsan, izzeti kendisi gibilerin yanında aradığı müddetçe hep zillet zakkumu kemir­meye mecbur kalır. Şahsiyet meyvesi, izzeti Allah'ın yanında arayanlar tarafından devşirilir. Şahsiyet, denge insanının en mümeyyiz ve seçkin çizgilerinden biridir.

Kaderi kabul hürriyette dengedir. zoraki ve Hak yoldan ayrılan düşünce­ler onun izdüşümünü meydana getirir. Kadere iman eden te­vekkül semâsında pervaz eder. Tevekkül semâsı namütenahi­dir. Çünkü orada Ezelî ve Ebedî Zât'a teslimiyet söz konusudur. Başı Allah'a, O'nun nizamına bağlı olan hürdür. Denge insanının her türlü baskıya baş kaldırması bundandır. Baskı karşısında isyan asaletten gelir. Hürriyet onun için hayattır. Miskinlik ve anarşi ise esarettir. Biri maddî diğeri manevî sefalet getirir. Denge insanı bunların her ikisinden de çok uzaktır. Çünkü o kadere inanmaktadır. Bu iman onun gözbebeğidir. Dıştan siyah görünür. Fakat o, bütün aydınlığı ora­dan kucaklar ve bir ışık insanı olur.[4]

KISSA VE HİKAYELER

MÜSLÜMANIN ADALET ANLAYIŞI

* ADALETİ, AKLIN YARDIMI OLMADAN KULLANMAK İMKÂNSIZDIR. FREUDE

Müslümanların halifesi Hz. Ömer başkumandanı Ebu Ebeyde’ye şu emri verdi:

Şam’ı fethettikten sonra İbrahim peygamberin şehri Urfa’ya yürü orasını Hıristiyanlara bırakmak istemiyorum. Başkumandan Ebu Ubeyde emri alır almaz İyad’ı vazifelendirdi. Hemen Urfa üzerine git şehri kuşat ve teslim oluncaya kadar savaş.

İyad askerlerini hemen alarak Urfa üzerine yürüdü. İslam ordusu günlerce yol aldı ve bir gece yarısı Urfa’yı kuşattı. Ancak sabahleyin kuşatmayı fark eden Hıristiyanlar kale kapılarını kilitleyerek kapıları açmadılar.

Birkaç gün direnen halk nihayet teslim kararını verdi bir elçi göndererek aman dilediler. Biz mağlup Hıristiyanlar siz Müslüman galiplere 600 altın vereceğiz onu kesin olarak kabul ediyoruz. Kumandan İyad teklifi halife Hz. Ömer’e bildirdi ve gelecek emri beklemeye başladı. Nihayet cevap geldi. Halife Ömer’in cevabı göz yaşartacak gibiydi.

-Urfa arazisi kuraktır halkı fakirdir. 600 altın vergi veremezler onlar bu kadar çok vergiyi korktukları için vermek istemişlerdir. Sen şefkatli davran 600 değil de 300 altına razı ol anlaşmayı 300 altın üzerinden yap. Bu emir üzerine İslam ordusunun kumandanı mağlup milletin 600 altınlık vergisini yarıya indirdi 300 altına anlaşma yaptı gönüllerini de fethetti.

Hüner, fırsat ele geçince her istediğini yapmak değil, kararlı ve dengeli olarak hareket edebilmektedir.

Tarihler der ki:

-İlk defa galip bir ordu, mağlup milletin lehine hareket etmiş, onları korumuş, tekliflerini yarıya indirmiştir. Bu Müslümanların insani anlayışına, merhamet ve şefkatine tarihi bir delildir.[5]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

[3] Abdullah Aymaz “Çitlembik” s:60

[4] Şemseddin Nuri “Kırık Tayflar 1” s:66

[5]Ahmet Şahin “Dini Hikayeler” s:55

Hiç yorum yok: