7 Ağustos 2008 Perşembe

CESARETLİ OLMAK

CESARETLİ OLMAK[1]

*Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık da ölüme götürür. Yavuz Sultan SELİM

Cesaret; Cesaretli olma hali, tehlikeli işe girmekten korkmamak, cesurluk, korkusuzluk, yüreklilik, yiğitlik, atılganlık gözü peklik anlamlarındadır.[2]

Cesaretiniz varsa izlerinizi uzaklara taşırsınız. Var olmamız cesaretimize bağlıdır. Cesaretiniz varsa herkes sizin var olduğunuzu bilir. Sizi insanların dünyasına sadece cesaretiniz taşır. Cesaretiniz yoksa kendi iç dünyanıza hapis olmaya mahkumsunuz.

Hz.Ali Kerramellahü veche der ki: Bedir gününde biz Hazreti Peygamber Efendimiz aleyhisselam’a sığınıyorduk. O düşmana en yakınımız idi. Bedir gününde kahramanlık bakımından en şiddetlimizdi. (Ebu Şeyh)

Kaharaman o kimseydi ki, harpte Hazreti Peygamber’e yakınlaşıyordu. Çünkü Hazreti peygamber düşmana yakındı.

Hz. Safiye -radıyallâhu anhâ- çâresiz kalıp bu musîbeti kendisinden başka def edecek kimsenin olmadığını görünce, başını bir tülbentle sıkıca bağladı ve eline bir sırık alarak köşkten aşağıya indi. Köşkün kapısını açıp orada dolaşan yahudinin arkasından yavaşca yaklaştı. Elindeki sırıkla başına vurup onu öldürdü. Daha sonra da başını keserek yahudilere doğru attı. Bunu gören yahudiler:

“Bize buradaki kadınların korumasız bırakıldıkları haberi verilmişti!” diyerek dağılıp gittiler. (Heysemî, VI, 133-134)

Cesur olmak; korkusuzca olaylara karşı koyma gücüdür.

Cesur olmak harika bir şeydir. Eğer biz cesur olursak, bir şeyi yanlış yapmamız ve bunun için cezalandırılacağımızı bilmemiz halinde bile yine doğruyu söyleriz.

Eğer biz cesur olursak, arkadaşlarımız bizimle alay etseler ve bizi akılsız saysalar bile, biz sadece bize doğru görüneni yaparız.

Peygamberimizin cesaretinin derecesini biraz olsun anlayabilmek için, onun tek başına insanları hak dine davet edişi esnasındaki halini ve gayretini hatırlamamız gerekir.

Bir örnek olarak Efendimiz’le Gavres ismindeki bir kâfir arasında geçen hâdise, O’nun korkusuzluk, şecaat ve cesaretinin azametini resmetme bakımından yeter. Allah Resûlü (sav), bir ağacın altında istirahat buyururlarken, Gavres, O’nun uykuda olmasından istifade ederek, ağaca asılı bulunan kılıcını alır ve müstehzî bir edâ ile: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” der. Onun bu sorusuna karşılık Allah Resûlü, hiçbir panik emaresi göstermeden ve kendisinden gayet emin olarak öyle bir “Allah” der ki, O’nun orada sergilediği bu teslimiyet, yakîn ve Allah’a itimat, elindeki kılıçla karşısında duran Gavres’i sarsar ve kılıç elinden yere düşer. Bu defa düşen bu kılıcı, İnsanlığın İftihar Tablosu eline alır ve sorar: “Ya şimdi seni kim kurtaracak?” Adam korkusundan sıtmalı hasta gibi titremeye başlamıştır ki, o esnada, Allah Resûlü’nün sesini duyanlar oraya koşarlar; koşar ve gördükleri manzara karşısında hayrette kalırlar. Onların Allah’a karşı iman ve itimatları bir kat daha artar; Gavres de orada görüp duyduğu şeylerle “el-Emin”e güven sözü verir ve Allah Resûlü’nün şecaat ve cesaretine hayranlık hisleri içinde oradan ayrılır.[3]

KISSA VE HİKAYELER

RUSYA'DAN BİR ÖYKÜ

*Cesaretin bittiği yerde esaret başlar. AKİF CEMİL

Karanlık bir gecede KGB, Yussel Finkelstein'ın kapısını çalmış. Yussel kapıyı açmış. KGB görevlisi:

-Yussel Finkelstein burada mı yaşıyor? diye sormuş. Yussel:

-Hayır, demiş. Ajan:

-Öyle mi senin adın ne? diye sorunca:

-Yussel Finkelstein cevabını almış. Ajan sinirlenmiş:

-Az önce burada yaşamadığını söyledin, deyince Yussel:

-Sen buna yaşamak mı diyorsun? diye sormuş.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

[3] Buhârî, megâzî 31; cihâd 84; Müslim, fezâil 13; Heysemî, el-Müstedrek,

Hiç yorum yok: