6 Ağustos 2008 Çarşamba

CEHENNEMDEN KORUNMAK

CEHENNEMDEN KORUNMAK[1]

*CEHENNEM; YARAB HARARETİME HARARET EKLE, KUVVETİME KUVVET İLAVE ET! DİYE SESLENİR. (HADİS-İ ŞERİF)

Cehennem; Günah işleyenlerin mahşerden sonra gidecekleri, ceza çekecekleri yer, tamu. Büyük sıkıntı veren, Çok sıkıntılı, çok sıcak yer anlamındadır. Cehennemin varlığını bütün geçmiş peygamberler ve onların yolundan giden alimler ve evliyalar kesin bir bilgi olarak bildirmişlerdir. Esasen Allah’ın adaleti cehennemi gerektirir. Ezenlerle ezilenler, haklılarla haksızlar, zalimlerle mazlumlar, iyilerle kötüler, inananlarla inanmayanlar, Allah’a kul olanlarla, kula kul olanlar eşit olamaz.

Allah’ın adaleti iyilere mükâfat, kötülere cezayı gerektirir. İnkârcılar hayatı manasız bulmakla, ölümü de kendilerini ve bütün sevdiklerini yok eden ebedi bir idam saymakla daha hayatta iken cehennem müjdecisi olan ruh bunalımını yaşıyorlar. İçki, kumar, zevk, eğlence sefahat onları ruh bunalımlarından kurtaramıyor. Çağımız insanının huzursuzluğu ve mutsuzluğu, inançsızlıktan kaynaklanıyor. Onların bu halleri, inançsızlığın cezasının cehennem olacağını gösteriyor.[2]

Cehennem, Allah'ı inkar edenlerin ve kötülerin gideceği yerdir. Cen­netteki güzellikler orada yoktur. Su yerine; kan, irin ve kaynar sular vardır. Cehennemde serinlik diye bir şey yoktur. Gölgeler bile bunaltıcı sıcak olacaktır. Buradaki insanların en çok istediği şey, ya ölmek veya tekrar dünyaya gönderilmektir. Ancak ölüm olmayacak, dünyaya dönüp güzel işler yapmaya da izin verilmeyecektir. Oraya girenler azap ve sıkıntı görecek­ler, dünyada iken yaptıkları kötülüklerin cezasını çekeceklerdir. Kalbinde zerre kadar imanı olan kimse günahının cezasını çektikten sonra cennete girecektir.

Hiçbirimiz, cehenneme gitmek istemeyiz. Bunun yolu, inançlı bir kişi olmak ve yararlı işler yapmaktır. Allah'ın hoşnutluğunu ancak böyle ka­zanabiliriz.

Cehennem öyle feci, öyle kötü, öyle berbat öyle müthiş bir azap yeridir ki oradaki zakkumdan bir damla bu dünyaya damlasa idi tüm insanların hayatlarını zehir ederdi; cehennem şerarelerinden bir kıvılcım yeryüzüne düşseydi pis kokusu etrafı sarar ve mağriple maşrık arasını tüm yakar, yıkardı.

O halde bu zamane insanlarına ne oluyor? İnanmayanlar bir yana hele müslümanların bu gaflet ve rehaveti, rezalet ve dalaleti ne! Niçin cehennemden korkmaz, cenneti kazanmak için gayrete gelmezler! Neden nefsin heva ve heveslerine, kapris ve şehvetlerine uyarlar. Bunların arkasında cehennem olduğunu düşünmezler?

KISSA VE HİKAYELER

TEKRAR DİRİLMEK

*EY MÜSLÜMANLAR! KENDİNİZİ CEHENNEMDEN KORUYUN! (HADİS-İ ŞERİF)

İki adam cennet gibi güzel bir memlekete giderler. Bakarlar ki oradakiler evinin, dükkanının muhafazasına fazla dikkat et­miyor. Paralar ve mallar açıktadır.

Onlardan birisi her şeye elini uzatır, çalar, gasp eder, ahlâk­sızlıklar yapar.

Arkadaşı: "Bu memleketteki nizâm ve ahenkten anlaşılıyor ki, bu mallar sahipsiz değildir. Bak görüyorsun, herkes görevin­de azamî bir dikkatle çalışıyor ve her biri çok önemli işler görü­yor. Belli ki herkes buranın padişahının askeridir. Her yerde o padişahın memurları, kameraları, dinleyicileri vardır. Belki sivil olduklarından sana dokunmuyorlar. Sen başıboş gibi, kimse gör­müyor gibi hareket etme. Onun memleketinde, onun kanunları­na uygun hareket edeceğini, misafir gibi davranacağını ona ilan et!" diyerek onu uyarır.

O sersem: "Bunlar birinin malı değil, sahipsizdir." diyerek inat eder. Aralarında ciddi bir tartışma başlar.

O adam divanece "Ne padişahı, ben padişah falan görmüyo­rum ve tanımıyorum!" der.

Arkadaşı: "Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız, bir harf katipsiz olmaz, Bu kadar düzenli, bu denli güzel bir memleketin hakimsiz olması, bu sarayların, bu nakışların kendi kendine yapılması hiç mümkün müdür. Hem bak o padişahın her şey üzerin­de mührü ve imzası var." diye cevap verir.

"Tamam" der o sersem... "Padişahı kabul ediyorum. Fakat, benim bu küçük yaramazlıklarımın ona ne zararı olabilir. Her­kes vazifesini yaparken bir tane de benim gibisi olsun. Hem zin­dan falan da görünmüyor, bu yaptıklarımdan ötürü ceza görmüyorum."

Arkadaşı: "Burası bir manevra meydanıdır. Vazifesini yap­mak için her gün kafileler gelir, kafileler gider. Bir müddet son­ra bu yıkılmaya müsait diyar tamamen boşaltılacak, buradakiler daimi bir memlekete alınacak. Herkes vazifesini yapması nispe­tinde ya ceza çekecek, ya mükafat görecek." der.

"Buradan başka bir diyar olduğuna, bizim oraya götürülece­ğimize inanmıyorum!" der inatçı adam.

O emin arkadaşı: "Madem bu denli inat ediyorsun, ben sana o gidilecek hakikî diyarı isbat edeyim."der.

Bu yerlerin padişahının hak edene hak ettiğini verdiğine bu misafirhanenin şahit olduğunu, O’nun itaat edenlerin mükafa­tını vermesi için ebedî bir diyarın olması gerektiğini, kendisi için olmasa bile bu ahenkli misafirhanede huzuru bozanlardan itaat edenlerin hakkını almak için bir hesap meydanını kuracağını, bu dünyada bile her ölüme bir dirilişi takip ettirerek, ölen bir elmayı midede, ölen bir çekirdeği toprakta dirilterek diriliş numuneleri gösterdiğini, bu memleketi yoktan kuran birisinin dağılmış parçalarını toplama­sının akıl için daha kolay olduğunu, ebedî ikram etmek isteyenin ebedî ziyafet sofralarının ve ebedî tecellisinin olacağını. Binler­ce delil ile anlatır.

Evet, öldükten sonra dirilmek, gecenin sabahı, kışın baharı kadar açıktır.

"Vermek istemeseydi istemek vermezdi."[3]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

[3] Sözler, Said, Nursi (10. Söz)

Hiç yorum yok: