6 Ağustos 2008 Çarşamba

BAYRAMI KUTLAMAK

BAYRAMI KUTLAMAK[1]

*HER BAYRAM BİZİM DÜNYAMIZDA, BİR DOLUNAY GİBİ DOĞAR. (FETHULLAH GÜLEN)

Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye teşrif buyurdukları zaman Medinelilerin iki bayramları olduğunu görmüştü, o günlerde oyunlar oynuyorlar, şenlik yapı­yorlardı. Bunu müşahede eden Sevgili Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

-Allah Teala iki bayrama bedel daha hayırlılarını, lyd-ı Fıtr (Ramazan Bayramı) ile Iyd-ı Edhâ (Kurban Bayramı) günlerini tahsis etmiştir. (et-Tâc, I, 309)

Böylece Asr-ı Saadet'ten beri bütün İslâm âleminde bir yılda iki defa dini bayram kutlanagelmiştir. Müslü­manlar bayramların huzurlu sabahında o günlerin ma­nevi havasını ortaklaşa hissetmenin bahtiyarlığına ererler.

Bayram, her kesimden insana fevkalâde mûnis gelir. Hemen hemen herkesin içine işler. Herkese kendini dinletir ve ne yapar yapar herkesi mutlaka kendi atmosferine çeker. Kimseye karşı cebir kullanmaz, protokollere bağlı kalmaz, açık-kapalı kendisini kabul etmeyenleri tehdit etmez, ama herkes ona yürekten, gönüllü ve selim fıtratının tabiî insiyakları ile koşar; koşar ve onu kutlamaz, sadece yaşar.

Bayram bir neş’e ve sürur günüdür. Bilhassa ma’nâsını bilenler için. İnsanlar sevinçli ve huzurlu görünürler bayramlarda. Yaratıcı’nın affına mazhar oldukları, günah ve hatalardan kurtuldukları, geçmişi ve geleceği bir kere daha iç içe yaşadıkları için sevinirler.

Her bayram, milletin gönlünde bir huzur, vatanın simasında bir sürur olarak belirir ve bir sürü hâtıraları hatıra getirmekle de kemâle erer. Bayramların hatıra getirdiği bu hâtıralardan gönüllere akıp gelen mutluluklar, bazen o günlerdeki zevk ve şenlikleri gölgede bırakacak kadar renkli, derin ve muhteşem olur.

Bizler her bayramda, geçmişi ve geleceği hayâllerimizde yan yana getirerek, muhteşem atalarımızın elleriyle, gökçek yüzlü torunlarımızın başlarını aynı anda öper, mâzî ve müstakbelin bütün mutluluklarını vicdanlarımızda duyarak, sonsuz zevklere ereriz. Karamsar ve bedbin gönüller bundan birşey anlamasalar bile, geçmiş dâsitanî bütün renk ve cümbüşüyle, her bayram, başlarımızın üzerinde bir gökkuşağı haline gelir ve bize en parlak donanma geceleri yaşatır.

Gecesini ibadetle ihya etmek, her türlü temizliğini yaparak mümkünse gusül edip yeni elbiselerini giyip, güzel kokular sürünüp, tekbir alarak camiye gitmek, huzur ve sükunla tesbih, tehlil ve tahmidden gaflet et­memek, Ramazan bayramında namazdan ev­vel bir şey yeyip evden öyle çıkmak, kurban bayramı ise kurban etinin pişmesine kadar yememek, camiye gidip gelirken selamı ih­mal etmeyip, dönüşte başka bir yolla eve gel­mek, akraba, komşu ve din kardeşlerini zi­yaret etmek, memleket ulemasına hürmette bulunup dualarını almak, gelmeyene gitmek, fenalık edene dahi iyilik etmek, fakirlere sa­daka vermek, yetimleri sevindirmek, dargın­ları barıştırmak, özellikle bu mübarek gün­leri; deniz kenarları, sinemalar ve oyun mahalleri ve emsali yerlerde günahlarla değil, Hâlık-ı azîme taat ve ibadetle, ilim ve irfan meclislerinde meş­ru' toplantılarda, geçirmektir.

Fırsat bulunduğu takdirde, bulunduğu­muz beldenin kabristanlarını, bilhassa bura­larda medfun olan evliya ve ulemayı, özellikle vefat etmişlerse peder ve validelerimizin kabirlerini ziyaret ederek duada bulunmak da, bayram âdâbındandır.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

Hiç yorum yok: