6 Ağustos 2008 Çarşamba

ARABULMAK

ARA BULMAK[1]

*Dostlar, dostlar! Birbirinizden ayrılmayın!

Başınızdan kaçamak heveslerini atın!

Mademki hepiniz birsiniz, ikilik havası çalmayın,

Vefa sultanı emrediyor: vefasızlık etmeyin!

MEVLÂNA

Arabulmak; İlişkileri kötü olanların ilişkilerini iyileştirmek, tavassut etmek. Dargın olanları uzlaştırmak, barıştırmak, birbirine yakınlaştırmak. Birbiriyle anlaşamayanları uzlaştırmak, onların anlaşmalarını sağlamaktır.[2] İnsanların arasını bulmaya çalışmak iyi ve faziletli bir davranıştır.

Müslümanlar, aralarında dargınlığa varacak söz ve davranışlardan sakınmalıdırlar. Her şeye rağmen dargınlık olursa dargınlıklarını gidermeye, anlaşmazlıkları çözmeye gayret etmelidirler. Bunun da mümkün olmadığı yerlerde, müslümanların, diğer müslüman kardeşlerinin aralarını bulmaya çalışıp, onları barıştırmaları ahlâkî görevleridir. Çünkü Allah'u Teâlâ:

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ فَأَصْلِحُوبَيْنَ أَخَوَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ

لَعَلَّكُمْ اللَّهَتُرْحَمُونَ {10}

"Müminler kardeştirler, kardeşlerinizin arasını düzeltin." (Hücûrât,10) buyurmuştur.

Hakk Teâlâ'nın:"Allah'tan korkunuz ve aranızı düzeltiniz, " (Enfâl,1) emrine uymayı hayatımız için bir düstûr kabûl etmeliyiz.

Diğer taraftan, Hz. Peygamber (s.a.s.) müslümanlara arabuluculuk yapmalarını tavsiye ettiğini, kendilerinin de bizzat gidip dargın ve birbiri ile anlaşamayan müslümanları barıştırdığını biliyoruz.

Bir gün, Medine yakınlarındaki Kuba halkı döğüşmüş, hatta birbirlerini taşlamışlardı. Bunu haber alan Peygamber Efendimiz, ashabına: "Haydi bizimle geliniz de onların aralarını düzeltelim," buyurmuş ve Kuba'ya gitmişti. (Buhârî, Sulh, 2) Başka bir hadislerinde de Resulullah şöyle buyurmuştur: "Halkın arasını düzelten ve bunun için iyilik kasdiyle söz taşıyan ve yine iyilik düşüncesiyle yalan söyleyen, yalancı değildir." (Buhârî, Sulh, 1).

Bilindiği gibi yalan büyük günahlardandır. Karı-koca ve diğer insanların arasını bulmak için buna müsaade edilmesi arabuluculuğun ne kadar önemli bir ahlâkî görev olduğunu göstermektedir.

Hz. Peygamber: "Birbirinize kin tutmayın, birbirinizle hasedleşmeyin, birbirinizden arka dönüp uzaklaşmayın. Ey Allah'ın kulları! Birbirinizle kardeş olun. Bir müslümanın din kardeşini üç günden fazla terk etmesi (yani dargın durması) helâl olmaz," (Müslim, Birr ve Sıla, 23) buyurmuştur.

Öyleyse, birbirine dargın olan müslümanların, Peygamber Efendimizin yasakladığı bir konuda kendilerine yardımcı olmaya çalışan, yani onları barıştırmaya, aralarını bulmaya gayret eden müslüman kardeşlerine yardımcı olmaları da ahlâkî görevleri arasındadır. Dargın müslümanlar, inatla dargınlıklarını devam ettireceklerine, dinin üç günden fazla dargın durmayı yasakladığını, atalarımızın: "Müslümanın müslümana küslüğü tülbent kuruyuncaya kadardır," dediğini düşünerek arabuluculuk yapmak isteyenlerin bu hayırlı teşebbüslerini bir barışma vesilesi saymalıdırlar.

Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:

Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur; ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna. Bunları, Allah'ın rızasını kazanmak için yapana büyük ecir vereceğiz. (Nisâ, 114)

Bu ayet bize, arabuluculuğun, diğer iyiliklerde olduğu gibi, çıkar gözetilmeden sırf Allah rızası için yapılması gerektiğini, ancak böyle bir düşünce ile yapılan arabuluculuğun ahlâki bir değer ifade edebileceğini göstermektedir.

Dinimiz, arabuluculuğu büyük bir fazilet olarak teşvik ederken, aksine arabozmak için söz taşımayı da büyük günah saymıştır.[3]

DARGINLAR ARASINDA ARABULUCUK YAPMAK

* Kim affederse Allah da onu affeder. ABDULLAH B. MES'UD

Bazen arası açılmış iki İnsan, nefislerini yenip de barışmaya kalkışamazlar. İstedikleri halde şeytanî kibir ağır basar, bu­nu yapamazlar. Fakat başkalarının araya girerek düzeltme­sine de rıza gösterir, hatta beklerler.

Zira dargınlığın devamı müslümanın dinine zarar veren çok yanlış bir davranıştır. Peygamberimiz (sav) kin ve düşmanlı­ğın tehlikesini şöyle haber veriyor:

Bir gün Resulullah ashabına:

-Size, namaz, oruç ve sadakadan daha üstün bir şey göstereyim mi? buyurdu. Onlar:

-Evet, ya Resulullah, dediler. Peygamberimiz de sözüne devamla:

-Size namazdan ve sadakadan daha faziletli bir şey söyleyeyim mi?

-Evet ya Resulallah; dediler.

-Arabuluculuktur, dedi. Aranın bozuk oluşu, traş aleti mesabesin­dedir. Demiyorum ki o, saçı traş eder, aksine o, dini traş eder. (Tirmizi)

Bu durumda diğer müminlere düşen hayırlı ve faziletli bir görev vardır. Arabulucuk görevi... Zira onlar aynı toplumun insanlarından, Özellikle tanıdıklardan bir kısmını dargın ve hasım görürken onlara seyirci kalamazlar, dinlerinin traş edilmesini bekleyemezler... Bu ateşi alevlenmeye bırakmak gibidir ki, müslümanların buna gönlü rıza göstermez.

Resul-i Ekrem (sav) bu görevi sadaka olarak niteliyor. Buyu­ruyorlar ki: Sadakaların en efdali iki kişi arasını bulmak, (düzeltmektir) (Seçme Hadisler, Sh. 236)

Ayrıca, Resulüllah'ın ifadesiyle arabuluculuk kazancı çok bol olan bîr ticarettir. Buyuruyorlar ki: Ya Eba Eyyüb, sa­na kazancı çok olan bir ticaret haber vereyim mi? Eyyüb radıyallhü anh’da:

-Buyrun (Ya Resulellah) dedi. Resulü Ekrem de:

-İnsanların arası bozulduğu vakit onları düzelt, araları açılanların da aralarını bul, yaklaştır, buyurdular. (Seçme Hadisler Sh. 237)

İnsanların arasını bulmada ilerde tehlike doğurmayacak bir şekilde yalana da müsaade edilmştir. Resulüllah bu husus­ta: İki kişi arasını bulmak (düzeltmek) için söz götüren yalancı değildir, buyuruyor. (Seçme Hadis­ler sh. 238)

Allah'ın rahmetine vesile olan, sadaka yerine geçen, karlı bir ticaret olan arabuluculuk görevi mümin için bir amel-i salihtir. Zira bu davranış Allah Teala'nın çok hoşuna gider.

Mü'minler arası yakınlaşmanın ve dostluğun ifadelerinden biri de yemek davetleridir. İkram sahibi Allah rızası için bir sofra hazırlayıp, kardeşlik ve dostluk bağlarını güçlendirmek ve hayır dualarını almak için davet ettiğinde ona icabet etmek gerekir. Bunu Resul-i Ekrem'in tavsiyesi ve sünnetini yerine getirme adına yerine getirmelidir. Zira toplumsal barışın hu­zurun ve kardeşliğin pekiştirilmesinde önem arzeden şeyler arasında davete icap etmek de sayılmıştır. Bu güzel gelene­ği, her hangi meşru olmayan sebeplerle terk etmekle pey­gamberimizin emrine uyulmamış olur. Ona uymak ise amel-i salih cinsinden bir davranış olur.

Hz. Berâ (ra) anlatıyor. Resulüllah (s.a.v.) bize yedi şeyi yasak­ladı yedi, şeyi de emretti.

Emredilen yedi şey şunlardır: "Hasta ziyareti, cenaze­yi teşyi etmek, hapşırana "yerhamüketlah" de­mek, yemini yerine getirmek, mazluma yardım etmek, davet sahibine icabet etmek, selamı yay­mak" (Kütüb-i Sitte, 7/54)[4]

AİLE ANLAŞMAZLIKLARI

*Temeli helal, ortamı sevgi-saygı, fertleri kuşatan da iman olunca, böyle ailelerden oluşan toplum da sağlam ve güçlü olur. Kürşat Emin YETER

Anlaşmazlık, kavga, aile içinde, aileler veya kişiler arasında yahut uluslar arasında olabilir.

Aile içindeki karı-koca anlaşmazlığı, eşleri boşanmaya kadar götürebilir. Kur’an, eşler arasında ortaya çıkan anlaşmazlığı giderip karı-kocayı uzlaştırmak, yuvanın yıkılmasını önlemek için arabuluculuk kurumu getirmiştir: Eğer (karı-kocanın) aralarının açılmasından endişe duyuyorsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar uzlaştırmak isterlerse, Allah onların arasını bulur. Çünkü Allah (her şeyi) bilendir, haber alandır. (Nisa 35.)

Eğer eşler arasındaki anlaşmazlık, yuvayı bozacak derecede tehlikeli boyutlara ulaşırsa bu ayetin hükmü gereğince eşlerin arasını bulmak üzere erkek ve kadının ailelerinden birer hakem (arabulucu) tayin edilir. Hakemler aralarını düzeltmeye çalışırlarsa Allah da karı-kocanın arasını bulur.

Hakemleri karı-kocanın kendileri tayin edebilecekleri gibi erkek ve kadının yakınları, komşuları, yahut hakim de tayin edebilir. Bu, inananların üstüne farzdır.

Normalde hakemler karı-kocanın ailelerinden seçilir. Çünkü aile içindekiler, onların durumlarını daha iyi bilirler. Fakat gerektiğinde aileden olmayan kimseler de tayin edilebilir.

Hakemler, geçimsizlik nedenini ve bunun giderilmesi çözümünü araştırırlar. Genellikle bilginler, hakemlerin hem birleştirme, hem de ayırmaya karar verme yetkisine sahip oldukları görüşündedirler. Fakat Katâde, Zeyd İbn Eslem, Ahmed b. Hanbel, Ebu Sevr ve Davud gibi İslâm bilginleri, hakemlerin ancak birleştirmeye karar verebileceklerini, ayırma yetkisine sahip bulunmadıklarını söylemişlerdir.

Bu görüş, ayetin ruhuna daha uygun düşmektedir. Çünkü ayette arabulmak için hakem gönderilmesi emredilmekte, “Onlar arayı bulmak isterlerse Allah karı-kocanın arasını bulur” denilmektedir. O halde hakemlerin görevi, arayı bozup karı-kocayı büsbütün ayırmak değil, arayı bulup onları birleştirmektir.

Aileler, bireyler ve uluslar arası anlaşmazlıklarda da yine arabuluculuk kurumu işletilir: “Eğer inananlardan iki grup vuruşurlarsa, onların arasını uzlaştırın; şayet biri ötekine saldırırsa, Allah buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafa vuruşun. (Allah’ın buyruğuna) Dönerse artık adaletle onların arasını düzeltin ve her zaman âdil olun. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin.” (Hucurat, 9-10)

Bu ayetlerde inananlara, iki mümin cemaat arasında çıkan kavgayı yatıştırmaları, bir cemaat diğerine saldırdığ taktirde, saldırgan taraf Allah’ın buyruğunu yerine dinleyinceye kadar onunla savaşmaları, Allah’ın buyruğuna razı olduğu taktirde kavga edenlerin aralarını uzlaştırmaları, adaletten ayrılmamaları buyurulmakta ve Allah’ın, adalet yapanları sevdiği, inananların kardeş oldukları, Allah’ın rahmetine erebilmek için kardeşler arasını uzlaştırmaları gerektiği vurgulanmaktadır.

Bu ayetlerin hükmüne göre, iki müslüman grup veya toplum arasında anlaşmazlık ve kavga çıkarsa, diğer Müslümanların seyirci kalmayıp onları uzlaştırmaya çalışmaları; bir taraf hakkı kabule yanaşmaz, öteki tarafa saldırmaya devam ederse bütün Müslümanların, kuvvet kullanarak saldırganı hak çizgisine getirmeye ve iki tarafı uzlaştırıp aralarında adaletle barış kurmaları gerekir.

Ayrıca karı-koca arasını uzlaştırmak için arabulucu tayinini emreden Nisa sûresindeki ayette de, inanan gruplar arasında çıkan anlaşmazlıkların da yine arabulucu yoluyla çözülmesine işaret etmektedir. Nitekim meşhur muhaddis el- Hakim Ebu Abdillah İbn el- Bayy‘, o ayette, iki zümre arasında çıkan anlaşmazlığın çüzümü için her iki taraftan birer hakem gönderilmesine işaret bulunduğunu söylemiştir. Gerçekten ayette tefrika ve fitneden endişe eden herkesin, iki hakem (arabulucu) göndermesine delil vardır. Nitekim müminlerin emîri Hz. Ali (r.a.), Haricilerle kendisi arasında çıkan anlaşmazlığın çözümü için hakem tayin edilmesini, Nisa sûresinin 35. ayetinden çıkarmıştır. Demek ki Müslümanlar arasında anlaşmazlık çıktığında çözümü için hakem tayin etmek uygun olur.

Kavga eden taraflar, bir devlet içinde iki aile, iki aşîret, kabîle, iki kent olabileceği gibi, İran ile Irak arasında görüldüğü üzere iki bağımsız devlet de olabilir. Bir devlet içinde çıkan olaylarda o devletin güvenlik birimleri olayı önler. Fakat devlet müdahele edinceye kadar diğer Müslümanların olayı yatıştırmaya, saldırmaya engel olmaya çalışmaları gerekir.

Şayet olay iki devlet arasında ise Müslüman devletler topluluğu, örneğin İslâm Konferansı Örgütü üyeleri ortaklaşa bunların arasını bulmaya çalışırlar. Ama bir taraf Allah’ın hükmünü dinlemiyor, karşı tarafa haksız yere saldırıyorsa o zaman Müslüman devletlerin, hep beraber o saldırgana karşı savaşıp onu doğru yola getirmeleri gerekir.

Yine bu ayetlerin hükmüne göre Müslümanlar kardeştirler. Kardeşçe geçinmelidirler. Allah’ın rahmetine kavuşabilmeleri için barış içinde yaşamaları ve müslüman kardeşler arasında çıkan olayları yatıştırmaya, kavgaları önlemeye, müslümanların arasını uzlaştırmaya çalışmaları gerekir.

İslâm’da esas olan, bir tek devlettir. Fakat bugün için bu, mümkün görünmüyor. Çünkü her millet kendisinin, diğerlerinin hakimi olmasını ister. Bu da İslâm milletleri arasında ayrılıklara, övünmelere, sürtüşmelere yol açmaktadır. Tarih boyunca da böyle olmuştur. Peygamber (s.a.v.)’in, ilk üç halifesinin dönemleri dışarıda tutulursa, bütün müslümanların birlikte yaşadığı bir devlet de kurulamamıştır. Osmanlı devleti zamanında bu birliğe doğru yaklaşılmış ise de yine de İslâm milletlerinin tamamı bir tek devletin çatısı altına alınamamıştır.

Şimdi bugün, İslâm konferansı üyelerinin gittikçe aralarında siyasi yakınlık kurarak, önce İslâm Ortak Pazarı, sonra iç işlerinde serbest, dış işlerinde beraberlik esasına dayalı bir Birleşik İslâm Devletleri Örgütü kurmaları mümkündür. Bu örgütün, İslâm alimlerinden oluşan bir parlamentosu da olursa İslam’ın aradığı sürekli ve istikrarlı bir birliğe yaklaşılmış olur. Bugünkü Avrupa Birliği başlangıçta AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) olarak kurulmuş bugün bir siyasi birlik şekline dönüşmüştür. AB’nin parlamentosu da vardır. Neden müslümanların böyle bir örgütü, müşterek konseyi ve parlamentosu olmasın?

Böyle bir örgüt, İslâm devletleri arasında çıkan anlaşmazlıkları da karara bağlar ve kararı da bağlayıcı olur. İslâm devletleri arasında çıkan sorunları çözmek, haklıyı, haksızı ayırt etmek için Avrupa Adalet Divanına benzer bir İslam Adalet Divanı oluşturmak da gereklidir.

Kur’an’ın bu ayetlerinde böyle bir adalet divanının nüvesi vardır. Çünkü Kur’an, haksızlığın önlenmesini istiyor. Haklıyı ve haksızı da ancak adalet divanı ayırt eder. Kur’an, on dört asır önce en modern hukuk sistemine ışık tutmuş iken Müslümanların bu örgütü kurmakta gecikmeleri gariptir.[5]

KISSALAR VE HİKAYELER

KALK YA EBU TÜRAB

*Dertlerini dökecek dostları olmayanlar, kendi yüreklerini kemirirler.

BACON

Bir gün Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kızını ziyârete gitmişti. Damadını evde göremeyince kızına:

-Amcam oğlu Ali nerede? diye sordu.

Hazret-i Fâtıma da:

-Aramızda ufak bir şey geçti. O sebepten küstü ve çıkıp gitti, dedi.

Bunun üzerine İki Cihân Güneşi Efendimiz dışarı çıktı ve Sehl İbn-i Sa'd -radıyallâhu anh-'a:

-Ya Sehl git, bak Ali nerdedir? Nerede bulursan gel, bana haber ver. buyurdu.

Sehl doğru mescide koştu. Hazret-i Ali'nin orada uyumakta olduğunu gördü. Dönüp geldi ve mescide yattığı haberini verince Efendimiz kalktı mescide geldi.

Hazret-i Ali toprak üzerine uzanmış uyuyakalmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz dâmadını bu vaziyette görünce mübârek elleriyle yüzündeki tozları sildi. Üstü başı toprak olduğu için;

-Kalk ya Ebâ Türâb, kalk ya Ebâ Türâb, diye seslendi.

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, İki Cihân Güneşi Efendimiz'in sesini duyunca hemen yerinden fırlayıp ayağa kalktı.

Üstü başı toz toprak içinde kalmıştı. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, elbisesini temizlemeğe yardım etti ve elinden tutarak evine götürdü. Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- ile aralarını düzeltti. Dışarı çıkarken sevinci yüzünden okunuyordu. Etrâfındaki ashâba:

-En çok sevdiğim iki kişinin aralarını bulmayı başardım, diyerek Cenâb-ı Hakk'a hamdediyor ve memnûniyetini gösteriyordu.

Ne engin merhamet!.. Ne derin şefkat!.. Ne yüce muhabbet!.. Allâh'ım bizlere de bu üstün ahlâktan hisseler nasip et!.. Amin.

CAN KURTARAN YALAN

*Hiyanetin en büyüğü, doğru söylediğini sanan müslüman kardeşine yalan söylemendir. MUHYİDDİN ARABÎ

Bir kimse, hükümdarın şahsına karşı büyük bir suç işler. İdama mahkûm olur. Bu kimse, nasıl olsa öldürüleceğim diye, hükümdar şöyledir, hükümdar böyledir diye ağzına gelen kötü sözleri haykırmağa başlar, söğüp sayar. Biraz sonra hükümdar gelir. Oradaki iki vezirden birine sorar:

- Bu adam deminden beri ne bağırıp çağırıyordu?

Birinci vezir der ki:

- Hükümdarım bu adam, (Afvedenlerin yeri Cennettir.) diyerek sizden afv talebinde bulunuyor.

Bunun üzerine hükümdar suçluyu afveder. Fakat ikinci vezir, ortaya atılıp der ki:

- Hükümdarım bu vezir yalan söylüyor. Bu adam size söğüp sayıyordu.

Hükümdar, doğru söyleyen vezire der ki:

- Ey vezir, öteki vezir yalan söylemekle bu mahkûmu kurtarmıştı. Sen ise yersiz doğru söylemekle hem mahkûmun, hem de vezirin ölümüne sebep olmak istiyorsun.

Hükümdar, yersiz doğru söyleyen veziri azleder, yalan söyleyerek bir suçluyu kurtaran veziri de kendisine sadrazam yapar.

İşte bundan dolayı atalarımız, (İki kişinin arasını bulan yalan, fitneye sebep olan doğrudan iyidir) demişlerdir.[6]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

[3] Osman ÇETİN İnternet/ Sevde de/İslam ansiklopedisi

[4] Amel-i Salih Testi, Abdullah Sevinç, Gonca Yayınevi, İstanbul, 2000 / 100

[5] Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi.

[6] Bir Bilene Soralım 3, Mehmet Ali Demirbaş, İhlasYayınları,

Hiç yorum yok: