6 Ağustos 2008 Çarşamba

AKILLI HAREKET ETMEK

AKILLI HAREKET ETMEK[1]

İnsanlara en adil şekilde dağıtılan nimet akıldır. Çünkü kimse aklından şikayetçi değildir. MONTAIGNE

Akıl; Düşünme, kavrama, anlama, idrâk kuvveti. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan kuvvettir. Akıl, insanda bulunan ve vücuddaki yeri keşfedilemeyen tedbir alma hassasıdır. Fehim, kavrayış, zeka, fikretme gibi anlamlara gelir.[2]

Akıl insanları diğer varlıklardan ayıran bir hassadır. İnsanın belki de insan olmasının en önemli vasfıdır. İnsan ancak aklıyla insandır. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırabilmek ancak akıl sayesinde mümkün olur. Hatta insanın ahiretini kazanmasına vesile olan iman bile akılla anlaşılır ve hissedilir. Zaten İslam’ın emirleri de akıl baliğ olunca yani iyiyi kötüden ayırabileceği bir olgunluğa erişince farz olur. Yani İslam’da akıllı olana gereklidir. Onun için Rabbimizin insanlara bahşettiği bu güzel hassanın kıymetini iyi kavramalıyız.

Akıl nimeti şükrü asla eda edilemeyecek çok büyük bir nimettir. Şartlanmamış normal akıl insanı daima iyiye ve güzele götürür. Bu konuda yüce yaratıcı Kur'an-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:

Mülk 23. (Resûlüm!) De ki: Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz!

قُلْ هُوَ الَّذِي أَنشَأَكُمْ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْأَبْصَارَ وَالْأَفْئِدَةَ قَلِيلًا مَّا تَشْكُرُونَ {23}

İslâmiyet'i işitmeyen çok kimse vardır ki, akl-ı selîmleri olduğu için, bozulmuş, uydurulmuş dinlerin mensuplarına aldanmamışlar, astronomide, fen bilgilerinde ve bilhassa tıb ilminde gördükleri nizamlı (düzenli) hâdiselerin (olayların) birbirlerine bağlantılarını düşünerek hilkatin (yaratılışın) sırlarını, bu hesâblı düzenin hakîkatini anlamak istemişlerdir. Bunlar yine akl-ı selîmleri sâyesinde İslâmiyet'in bildirdiği güzel ahlâkın bir çoğunu bulup, müslüman gibi yaşamış, kendilerine ve başkalarına faydalı olmuşlardır. Allahü teâlâ bunları îmân etmelerine sebeb olacak rehberlere ve kitablara kavuşturacağını Ankebût sûresinde vâdetmektedir. (Abdülhakîm Arvâsî)

KISSALAR VE HİKAYELER

SEN DE Mİ?

Akıl tamam olunca, söz azalır. HZ. ALİ (R.A.)

Peygamber Efendimizin -sallallâhu aleyhi ve sellem-, Mekke'den Medine'ye hicret için yola çıktığını duyan Mekke'nin azılı kâfirleri, onu yakalayana yüzlerce deve, mal ve mülk vad ettiler. Bunu duyan bir çok bahtsız yollara düştü. Bunlardan biri de Büreyde'ydi.

Efendimiz, meşakkatli ve tehlikeli bir yolculuktan sonra Kuba'ya ulaşmış, Mü'minler sevinç çığlıkları içinde mübârek Nebîlerini karşılamışlardı.

Daha önce görenler yeniden gördüğü, hiç görmeyenler ise içlerindeki hasret volkanını söndürmek üzere gözyaşları içinde koşuyorlardı. Ortalık bir şenlik meydanı gibiydi. Sevinçten kimse kimseyi görmüyor, tek merkez etrafında heyecan fırtınası halinde dönüyorlardı. Zenginlik hülyalarının gözlerini kör ettiği Büreyde isimli bu dünya tâlibi de kâfirlerin mükâfâtına kavuşabilmek için orada fırsat kolluyordu.

Hazret-i Ebû Bekir ise, Allah Rasûlü'nün kâh önüne, kâh arkasına geçiyor; O'nun etrafında adeta pervane gibi dönüyordu.

İki cihan serveri:

-Ne yapıyorsun? diye sorunca,

Hazret-i Ebû Bekir, gözyaşları içinde:

-Sana zarar gelmesinden korkuyorum, ya Rasûlallâh! diyor, Allah Rasûlü de:

-Korkma, hüzünlenme ey Ebâ Bekir! Allah bizimle beraberdir, buyurarak, yüreğindeki itmi'nanla yâr-ı gârını teskin ediyordu.

Tam bu sırada Büreyde, aradığı fırsatı yakalamıştı. Allah'ın Habibi'ne iyice yaklaşmış, aralarında bir kılıçlık mesafe kalmıştı. Kılıcını kınından sıyırdı, havaya kaldırdı ve tam Efendimiz'e vuracaktı ki, kâinâtın iftihar tablosu hafifçe geriye döndü. O rahmet ummânı, nûr menbaı, mübârek nazarlarını Büreyde'nin parlayan gözlerine çevirdi. Göz göze gelmişlerdi.

Büreyde için o anda sanki bütün dünya yok olmuş, hayat donmuş ve her şey öyle kalakalmıştı. Sanki hiçbir şeyin bulunmadığı sonsuz bir düzlükte bir Rasûl, bir de kendisi kalmıştı. Eridi, eridi, eridi... Bu öyle bir bakıştı ki, muhatap da insaflı ve akıllı olunca, o bakışta sonsuz mânâlar okumuştu.

Kutlu Nebî, ölüleri diriltecek, en katı kalpleri pamuk gibi yumuşacık yapacak, evlâdına merhametin zirvesinden seslenen müşfik bir anne edası ile:

-Sen de mi Büreyde?! Ben seni tanırdım. Sen asil bir insandın. Yoksa sen de mi dünyanın süs ve zînetine kandın? Sen de mi az bir dünya karşılığı âhiretini sattın!.. Sen de mi diriltmeye geleni öldürecek kadar aldandın! Sen de mi?!.. buyurdu.

Ben de mi?

Büreyde öylece duruyordu. Yavaşça kılıcını indirdi. Sonra başındaki sarığını çözüp, onu kılıcının ucuna bağladı. Aradığını bulan insan edasıyla Kutlu Rasûle yaklaştı. Ve iman etti.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2006

[2] Sözlük manaları

Hiç yorum yok: