11 Ağustos 2008 Pazartesi

HİZMETTE ÜSLÛBU BİLMEK

HİZMETTE ÜSLÛBU BİLMEK[1]

*KÜÇÜK BÜYÜK HER İNSANA KARŞI DAİMA İYİ HUYLU OL. ŞEYH SADİ

Hizmet bir merhamet ve nezaket üslubuyla yapılmalı ve bunun icabı olarak muhatabın rencide edilmemesine gayret gösterilmelidir.

Büyük şahsiyetler gönül yapmaya geldiklerinden insanlara hep gönül penceresinden bakmışlar, etraflarına daima muhabbet ve şefkat tevziinde bulunarak, nicelerinin hidayetine vesile olmuşlardır. Muhabbetsiz ve merhametsiz bir hizmet gönül kırmaktır.

Hata, isyan ve günahlara batmış bir insanı, tenkid etmeden, ayıplamadan ve dini emirleri yerine getirmesini istemeden evvel, onun kalbini kazanmaya öncelik vermelidir. Bunun için şahsi yakınlık ve telkinin tesir zeminini oluşturacak muhabbetli bir alaka tesisine çalışılmalıdır. Muhatabın kalbi böylece hazır hale getirildikten sonra, hatalar yavaş yavaş düzeltilebilir.

İlahi neşve ile dolmak isteyenler, gönül bahçelerinden af rayihaları yayanlardır. Zira affederek kendi affımıza zemin oluşturabiliriz. Affedemeyen insan, hakikatte kendini helak etmiş olur.

Kur'ân-ı Kerîm’de Yüce Mevlâ bizlere peygamberimizin şahsında şöyle buyurmaktadır:

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ {199}

Araf 199: Rasülüm, Sen daima af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.

Müslim Horasani: “Düşmanlarınızın gönlünü kazanmak için, dostlarınızı gücendirmeyiniz; sonuçta düşmanlarınızı kazanamadığınız gibi dostlarınızı da kaybetmiş olursunuz.” Demiştir.

Şeyh Sadi: “Küçük büyük her insana karşı daima iyi huylu ol. Yumuşak tatlı muamele edersen, fakir sana kul, kurban olur; zengin de yumuşar, tevazu gösterir. Muvaffakiyet tatlı dildedir. Acı ve sert muamele daima hırçınlık ile karşılanır.”

Gerçek bir müslüman, günahkar insanı, kanadı kırık bir kuş gibi alakaya muhtaç bir varlık olarak telakki eder. Halık için mahluka gösterilecek şefkat ve müsamaha, müminleri kemale ve fazilete erdiren en kuvvetli bir müessirdir.

İnsan, asıl gayesinden ne kadar uzak kalırsa kalsın, “insan” olmak haysiyetiyle yine de yüce bir şeref sahibidir. Onun öz cevherindeki yücelikten habersiz olarak günah batağına saplanması, tıpkı Kabe-i Muazzama’nın duvarındaki Hacerü’l Esved’in, oradan yere düşüp kir-pas içinde kalması gibidir. Bu hale lakayd kalacak hiç bir mümin düşünülemez. Müminler bu kutlu taşı gözyaşları içinde temizleyerek yüce mevkiine koymak için birbirleriyle yarışırlar. İnsan da Hacerü’l Esved gibi cennetten çıkmadır. İşlediği günahlarla ne derecede düşerse düşsün, onun özündeki değer bakidir.

Diğer taraftan hiç bir doktor, hastasına “niye hasta olsun” diye kızmaz. Vakit geçirmeden büyük bir merhamet ve şefkatle tedavisine yönelir. Unutmamalıdır ki bir tamirciye aletin bozuğu götürülür. Allâh’ın veli kullarının gönül dergahları da bir tamirhaneye benzer ki, orada yapılan iş yanlışları düzeltmek olduğu için, davetin daha ziyade hatalı insanlara karşı yapılması gayet tabiîdir. Unutmamalı ki; Günahkara olan müsamahayı günaha taşımamalı, günaha olan nefreti de günahkara sıçratmamalıdır.

Hadis-i Şeriflerinde Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

Mümin, insanları kötüleyen, lanetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir. (Tirmizi, Birr, 48)

Size iyilik yapanlara iyilik yapmak, fenalık yapanlara da fenalık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size fenalık yapanlara karşı aynı şekilde mukabelede bulunmayıp iyilik yapabilmektir. (Tirmizi, Birr, 63)



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

Hiç yorum yok: