11 Ağustos 2008 Pazartesi

HİLM SAHİBİ OLMAK

HİLM SAHİBİ OLMAK[1]

*Kalbi diline hakim olmayan kimsede hilim olmaz. Hz. Zeyd B. Sabit (r.a.)

Hilm; yumuşak huylu, yavaş, heyecana kapılmayıp öfkeyi yenmek, nefsine hakim olup kızmamak, gücü yettiği halde affetmek, hoşa gitmeyen şeyler karşısında sabredip tahammül göstermek, tahrik edici sebepler karşısında soğukkanlılığı korumak, vakarlı ve ağırbaşlı bulunmak, acı ve ıstırap verici hareketlerle yüzyüze gelince kendini tutma gibi anlamlara gelen güzel bir ahlâktır.[2]

Hilm; Son derece hiddetli ve öfkeli olduğu bir zamanda -gücü yetmekle beraber- kendisini zaptederek öfkesini yenmek ve intikam fikrinden vazgeçmektir. Öfkeli olduğu zamanlarda nefsine sahip olarak öfkesini yenebilmek, kendisini hiddet ve öfkenin alevine kaptırmamak en büyük fazilettir.

Hilm, şiddete sabredip tahammül etmek, öfke ateşini söndürmek ve nefsi heyecandan korumaktır. Yerinde yapılan böyle bir davranış büyük bir fazilettir. Bunun karşıtı "Hiddet, tehevvür"dür. Bu da bir öfke, titizlik ve kızgınlık halidir. Hoşa gitmeyen bir olaydan dolayı gazab kuvvetinin parlayıp meydana çıkmasıdır.

Kızgınlık ve darılma halleri, kalbdeki kanın taşması zamanında meydana gelen bir nefis değişikliğidir ki, haksız yere olunca bir kusur sayılır, pişmanlığı gerektirir. Fakat akla uyarak haksızlığa karşı olan bir öfke iyidir. Çünkü kutsal inançlar bununla korunur.

Hilm, ilim ve hikmete bağlı olmalıdır. Bir hadis-i şerifte Hiçbir şeyin bir kimsede birleşmesi ilimle hilmin birleşmesinden daha üstün olamaz, buyurulmuştur.

Peygamberimiz Hazreti Muhammed Sallallâhü aleyhi ve sellem efendimizin Bu konudaki bir kısım Hadis-i Şerifleri şöyledir:

Yâ Rabbî! Bana ilim ver. Hilm ile zînetlendir. Takvâ (haramdan kaçmayı) ihsân eyle! Âfiyet ile beni güzelleştir. (Berîka)

Hilmi sebebiyle kul, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılanların derecesine kavuşur. (Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)

Nefsini kızgınlığın heyecanından koruyan, hilm sahibi olan kimseye "halîm" denir. Halîm, Kur'an-ı Kerîm'de çeşitli âyetlerde Allah Teala'nın sıfatı olarak geçer. Çok sabırlı, isyanlarına rağmen isyan eden kişilere cezâ vermekte aceleci olmayan, gazabın kendisini kızdırmadığı, bir dalâlete düşenin düşüncesizliğinin, bir asînin isyan etmesinin kendisini öfkelendirmediği, af ve teennî sahibi kimse gibi anlamlara gelir. Halîm aynı zamanda, güçlü kuvvetli olduğu halde affeden, ceza vermekte acele etmeyen, teennî gösteren kimsedir. Cezâlandırmaktan âciz olarak affeden kimse ise, hilm sahibi olamaz. Bu gibilere halîm denilmez.

Hilm sahibi ve hoşgörülü olmak, büyük gönüllerin işidir. Kendinden emîn, yaptığının doğruluğundan şüphe etmeyen ve ilâhî hikmet gereği, insanoğlunun çeşitli hazımsızlık ve zaaflarla malûl olduğunu bilen asîl ve güçlü insanlar halîm ve müsamahakâr olabilirler. Yüce Peygamberimiz, olgunluğun yüce doruğunda bulunduğu için şahsına karşı yapılan kalabalıkları hilmle ve tebessümle karşılamıştır.

İslâm Tarihi'nde Hz. Osman'ın (r.a) sıfatının "halîm" olduğu bilinmektedir.

İmam Musa b. Cafer şöyle der: "Ey yavrula­rım, size bir vasiyette bulunacağım. Bu vasiyeti tutan kayba uğramaz. Biri gelir de sağ kulağınıza çirkin bir şey söylerse, sonra sol kulağınıza yanaşarak, özür dilese ve 'bir şey demedim' dese, özrünü kabul edin."

Rivayet edilir ki: Bir gün adamın biri bilge bir kişiye söver. O ise buna cevap vermez. Bilge kişiden neden cevap vermediği sorulur. Şu cevabı verir: "Ben galibin mağluptan daha kötü olduğu bir savaşa girmem."

Bir defasında Yahudinin birisi Peygamberimize büyü yaptı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz hastalanıp yatağa düştü. Rahatsızlığı birkaç gün sürdü. Sonunda Cebrail Aleyhisselâm geldi, durumu Peygamberimize haber verdi:

Yâ Muhammed, Yahudilerden biri seni büyülemiş ve üfürüp düğümlediği ipliği falanca kuyuya atmış. Birini gönder de, onu kuyudan çıkarsın.

Peygamber Efendimiz Hazret-i Ali'yi gönderdi, o düğümlü ipliği kuyudan çıkartıp getirtti. Düğümler açılır açılmaz Efendimiz sanki bağları çözülen bir kimse gibi oldu, rahatladı.

Bununla birlikte Peygamberimiz âhirete göçünceye kadar bildiği halde bu durumu o Yahudinin yüzüne vurmadı.

KISSA VE HİKAYELEER

ADAMDAN NASIL KURTARDIM

*Kötü hâl ile vasıflanmak, bize uygun düşmez. Hibesinden geri dönen, kusmuğuna dönen köpek gibidir. HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

Peygamber Efendimizin kendi aile içindeki bir latifesini Numan bin Beşir rivayet ediyor:

Bir gün Hazret-i Ebû Bekir, Peygamber Efendimizin huzuruna girmek için izin istedi. Kızı ve Peygamberimizin hanımı Âişe'nin Efendimize bağırdığını işitti.

-Resulullaha nasıl bağırırsın? diye elini kaldırarak bir tokat atmaya davrandı. Fakat Peygamberimiz bırakmadı. Ebû Bekir kızgın olarak ayrıldı, çıktı.

Ebû Bekir çıktıktan sonra Peygamber Efendimiz Âişe' ye:

-Gördün mü, seni nasıl kurtardım adamın elinden. dedi.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra Ebû Bekir tekrar müsaade isteyerek Peygamberimizin huzuruna girdi. Bu sefer Efendimizle Âişe'yi barışmış görünce sevindi ve Peygamberimize dönerek şöyle dedi:

-Beni nasıl kavganıza kattıysanız, barışınıza da katar mısınız?

Peygamberimiz:

-Kattık, kattık. buyurdu.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2006

[2] Sözlük manaları

Hiç yorum yok: