20 Eylül 2008 Cumartesi

TEKFİR ETMEK

TEKFİR ETMEK[1]
*BİR KİMSE MÜSLÜMAN KARDEŞİNİ TEKFİR EDERSE KÜFÜR (TEKFİR EDİLEN VEYA EDENDEN) BİRİ ÜZERİNE DÖNER. (HADİS-İ ŞERİF)
Tekfir; Setretme, örtme, ortadan kaldırma, yok etme, kefaret verme anlamlarındadır. Birisine kafir deme, kafirliğine hükmetme demektir. Bir müslümanı veya müslüman kabul edilen bir kimseyi küfre nisbet etme; küfre girdiğini söylemektir. Kafirlik isnat etme, kafir saymadır.[2]
Allah'ın varlığını inkâr etmek, Ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde O'na ortak koşmak, Kur'an'da zikredilen isim ve sıfatlarını inkâr etmek insanı küfre düşürür. Allah'a, sıfatlarının zıddını isnat etmek, meselâ âciz olduğunu söylemek ya da eksiklik ifade eden sıfatlarla O'nu nitelemek, eşyaya hulûl ettiğini iddia etmek yine küfürdür.
Peygamber ve peygamberlik müessesesi konusunda küfre götüren hususların belli başlı olanları ise şunlardır: Peygamberlik müessesesini inkâr etmek, Kur'an'da ismi geçen peygamberlerden birini veya bazısını inkâr etmek, peygamberlerden birine uluhiyet isnad etmek, peygamberleri veya onlardan birini tahkir ederek onlarla alay etmek, evliyanın peygamberlerden üstün olduklarını iddia etmek küfürdür.
Kur'an-ı Kerim'in tamamını veya bir kısmını inkâr etmek, Kur'an'da zikredilen şeylerin varlığına inanmak, Kur'an'dan olmayan bir şeyi Kur'an'a ilave etmek. Allah'ın indirdiğinden başkasını ona üstün tutan ya da başka bir düzeni benimseyen, İslâmî emir ve hükümlerinin devrinin geçtiğini savunan kişinin küfre girdiğinde şüphe yoktur.
Ehl-i Sünnet'in mutemet kaynaklarından biri olarak kabul edilen "Şerhu'l-Akaidi't-Tahaviyye" isimli eserde hükümle ilgili olarak şöyle denilmektedir: İster yönetici olsun ister idare edilen halktan herhangi biri olsun her kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmenin gerekli olmadığını, kişilerin onları uygulayıp uygulamamakta serbest olduklarını iddia eder ya da bu konudaki Allah'ın emirlerini küçümseyecek olursa yine küfre girmiş olur. Ama Allah'ın emirlerinin üstünlüğüne ve bu hükümlere uymadığı takdirde ahirette cezaya çarptırılacağına inandığı halde bu emirlere muhalefet ediyorsa küfre girmez[3]
Yeryüzünde tagutu tekzip ederek Allah’a iman etmiş bir müslümanı küfürle damgalamak, küfürdür. Çünkü böyle bir durumda küfrü kuvvetlendirip güçlendirme söz konusudur. İslam’a göre küfrü kuvvetlendirip güçlendiren her emare küfürdür.
İman esaslarına riayet ederek müslüman olmuş ve hayatında “elfaz-ı küfür” ile “efal-i küfür” meydana gelmemiş bir kişi, sırf bir, başkasının “sen kafirsin” sözüyle kafir olmaz. Aksine böyle birisine “sen kafırsin“ diyen kişi kafir olur.
KISSA VE HİKAYELER
SULTAN MURAD HAN
*BİR ÇOK İNSANIN DEĞERİ HAYATTAYKEN DEĞİL, ANCAK ÖLDÜKTEN SONRA ANLAŞILIR. (CİCERO)
Sultan Murat Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar :
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah?..
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
- Nasıl yani?
- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Sorarlar;
- Kimdir bu? Ahali:
- Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın meyhuşun biri işte!..
- Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz. Bir başkası tafsilata girer;
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkardır. Azaplar Çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa nerde namlı kadın ona harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de mimli kadın varsa takar peşine Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
-İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir sefer cemaatte gören olmuş mu?..
Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada!.. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah yolunu keser:
- Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
-Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.
- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
-Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız işte.
-Yapmayın etmeyin sultanım, bunun yıkanması paklanması var. Tekfini, telkini... Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden..
- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında.... Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza... Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
- Nasıl yani?..
-Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
-Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir cüzüne, tespihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
-Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
-Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar nalın yapar... Birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
- Niye?
- Ümmeti Muhammed içmesin diye...
- Hayret...
-Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek... O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara...Mızraklı ilmihal, Hücceti İslam okurdum...
-Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
-Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...
-Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
-İşte bu yüzden Nişancı'ya, Sofulara uzanırdı ya... Hatta bir gün;
-Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun komşular kötü belleyecek, inan cenazen kalacak ortada...
-Doğru, öyle ya?..
-Kimseye zahmetim olmasın, deyip mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim, iş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
-Peki o ne dedi?
-Önce uzun uzun güldü, sonra;
-Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?
Allahü Teâla’nın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş, bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalp ile boyun büker ümmeti Muhammet'e, halifeyi müslimine dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar sultana... Bir seher vakti gözyaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar.
Kralları yıkar, kaleleri parçalar.
İşte NALINCI BABA o adsız sansız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammed Mimi Efendidir. Bergamalıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evine defnetti.
Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanı'nda, Cibali Tütün Fabrikası'nın arkasında, Harabzade Camii karşısındadır.
Bu ibret verici hikayeyi okuduk, şimdi bir düşünelim o insanlar nasıl yaşıyormuş, biz nasıl yaşıyoruz? Geçen zamanın bizlerden ne kadar çok şeyi alıp götürdüğünü açık-seçik olarak görüyoruz.

[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları
[3] İnternet- İslam Ansiklopedisi- M. Sait ŞİMŞEK

Hiç yorum yok: