1 Eylül 2008 Pazartesi

BENCİLLİK

BENCİLLİK[1]
* EGOİST DAİMA EN SEVDİĞİ KİŞİYE, YANİ KENDİNE ZARAR VERİR.
BERNİCE PEARS
Bencillik; Yalnız kendini ve kendi çıkarını düşünme durumudur. Kendi menfaatını düşünmenin, bütün şuurlu yaptığı işlerin ana merkezi olması durumudur. Hodbinlik, egoizm ve sadece kendini düşünme de denir.[2]
Bir diğer adıyla egoizm, bireyin kendi menfaatlerini düşünerek yaşaması, diğerlerini dikkate almamasıdır. Kendini düşünmek dünyanın bir köşesinde masum, madur, muhtaç insanların öldüğünü bile bile hiç etkilenmeden kendini düşünmektir.
Bencillik, ben merkezciliktir, insanın bütün hareketlerinin kendisine olan sevgisi ile belirlendiğini öngörür. Sevgi, nefret, umut gibi duygular da bencillik ile ortaya çıkar.
İnsanoğlu denen varlığın sahip olduğu, pek çok insanın, ne kadar reddedilirse edilsin bir parça olduğunu sandığımız bir olgusudur. Önemli olan insanın bu duyguyu kontrol altına alarak kendi dışında diğer muhtaçları da düşünebilecek hale gelmesidir.
Ben merkezli materyalist ve kapitalist sistemlerde cahiliye bakış açısı vardır. Bir insanın bir başkasını, en az kendisi kadar düşünmesi, kollaması ve onunla ilgilenmesi için o kişiden ciddi anlamda bir çıkarının söz konusu olması gereklidir. Aksi takdirde, cahiliye insanının başkaları için kendisinden bir şeyler vermesi için hiçbir sebep yoktur; hatta bu sistemlere göre bu onun için maddi manevi önemli bir kayıp demektir. Arada sırada hayatın bir gereği olarak mecburen başkalarına ufak tefek fedakarlıklar yaptığı olabilir, ama bunu oturmuş bir ahlak anlayışı haline getirmenin, ona göre hiçbir gereği yoktur.
İşte benimsediği bu dünya görüşü nedeniyle, kişi her konuda ve istisnasız herkese karşı bencil ve egoist bir tavır ortaya koyar. Henüz ilkokul yıllarında ailesinin tembih ve telkinleriyle kök salan bu mantık, çocuğun oyuncaklarını, yiyeceklerini, odasını, ailesini sahiplenmesi ve kimseyle paylaşmamasıyla kendini gösterir. Sonraki yıllarda ise, kişinin malını paylaşmamasındaki bu kararlılığına bir de insaniyetsiz ve düşüncesizce tavırlar eklenir.
Egoist olan bir insan sadece kendi rahatını düşünür. Bu yüzden de başkalarının ihtiyaçları ve problemleriyle hiçbir şekilde ilgilenmez. Karşısındakinin ihtiyacı olduğunu bile bile, karşısına geçip yemeğini yer ama paylaşmak aklına bile gelmez. Hasta olduğunda kendine çok özenli bir bakım uygular ama bir başkası hastalandığında buna hiç gerek duymaz. Arabasıyla yoldan geçerken bir arkadaşının yağmurdan sırılsıklam olduğunu görür. Aynı istikamete gittiği halde sırf arabası çamur olmasın diye arabaya almaz, görmezlikten gelip geçer. Yanındaki insanın düştüğünü görse, yardım edeceği yerde gülüp geçer ve kendi işine devam eder v.s.

KISSA VE HİKAYELER
BURSA ULU CAMİİ
*BİZ İNSANA, KENDİ İYİLİĞİNE ÇALIŞTIĞI İÇİN DEĞİL, KOMŞUSUNUN İYİLİĞİNE ÇALIŞMADIĞI İÇİN BENCİL DERİZ. (RİCHARD WHATELY)
Yıldırım Bayezıd Niğbolu zaferinde kazanılan gânimetlerle muhteşem bir mescid yaptırmak ister. Mimarlar bugün Ulucami’nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Söz konusu arsa üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir. Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir. Ancak yaşlı bir kadıncağız bir "Evim de evim" feryadı tutturur ki sormayın. Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker, bütün tekliflere "olmaz" der. Önce vezirler, sonra bizzat Sultan, kadının ayağına gider, iknaya çalışırlar. Ama o direnir. Sultan Bayezid caminin yerini sevmiştir. Hiç hesapta olmayan küçük bir pürüz canını sıkar. Hatta divanı toplar, çözüm yolu arar. Kadılar "mal onun değil mi" derler, "satarsa satar, satmazsa satmaz!" Meclis çaresizlik içinde dağılırken Bayezid’in aklına damadı gelir. Emir Sultanı bulur meseleyi anlatır. Mübarek sadece tebessüm eder.
-Acele etme! der, Bir gecede neler değişmez?
İhtiyar kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür. Annenin çocuğundan kaçtığı bir dehşet anıdır. Kalabalıkta korkunç bir azap endişesi vardır. O arada bir dalgalanma olur. İnsanlar âlemlere rahmet olarak yaratılan Efendimizin yanına koşarlar. Şefaate kavuşan kavuşana. Kadıncağız da niyetlenir, ama bırakın yürümeye, kıpırdamaya mecâli yoktur. Ayakları vücudunu taşıyamaz, ıstırapla yerleri tırmalar. Elinden kaçan büyük fırsat ciğerini dağlar. Feryad figan ağlamaya başlar. İşte tam o sırada Emir Sultan’ı görür:
-Herkes cennete gitti, der, "Ben bir başıma kaldım burada!" Mübarek o gönül ferahlatan tatlı sesiyle sorar:
-Kurtulmak istiyor musun? Kadın nefes nefese cevap verir:
-Hiç istemez miyim?
-Öyleyse Sultanımızı üzme!
Ertesi gün kadın ayağı ile gelir, evini verir. Üstelik önüne konulan ücreti bağışlar camiye.

[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007
[2] Sözlük manaları

Hiç yorum yok: