20 Eylül 2008 Cumartesi

İHÂNET ETMEK

İHÂNET ETMEK[1]
*EMANETE İHANET EDEN BİZDEN DEĞİLDİR. (HADİS-İ ŞERİF)
İhanet; Hâinlik etmek, hıyanet, vefasızlık, sadakatsızlık, kötülük, haksızlık yapmak demektir. Alçak ve hakir addedip itibar etmemek, kıymet vermemektir. Kendisine maddi veya manevi olarak bağlı olunması gereken bir şeye karşı, bu karşılığı hiçe sayacak şekilde onun zararına harekette bulunmadır.[2]
Emanet bir insanın kendisine emanet edilen hakları eda etmesi, ye­terince yerine getirmesi demektir, ihanetin karşılığıdır. En üstün karakterler­den, en onurlu faziletlerden ve bir insan için hayırla yâd edilecek en üstün eserlerden biridir. Bu niteliğe sahip olan kişi başkalarının güveni­ni ve sempatisini kazanır. Başarı elde eder.
Yüce Allah'ın bu niteliğe sahip olanlardan övgüyle söz etmiş olması şeref olarak yeter:
Ve onlar emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. (Mü'minun, 8)
Bunun karşıtı da ihanettir. Hak ve hukuka aldırış etmemek, başka­sının hakkını gasbetmek demektir. En alçak niteliklerden ve en iğrenç karakterlerden biridir. İnsanın saygınlığını ayaklar altına düşürür, kişi­liği beş paralık eder.
Bu yüzden Kur'ân-ı Kerim'deki bir çok ayette, insanlar emanete ria­yet etmeye teşvik edilmekte, ihanetten sakındırılmaktadır. Konuya iliş­kin bazı âyetlerden bazıları şöyledir:
Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hük­mettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. (Nisa, 58)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَخُونُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُواْ أَمَانَاتِكُمْ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ {27}
Ey inananlar, Allah'a ve Resulüne hainlik etmeyin; bile bile ken­di emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz. (Enfal, 27)

KISSA VE HİKAYELER

KADINA YANLIŞ FİKİR VEREN KOMŞU
*İNSANLARIN DEDİKODULARINDAN UZAK KALABİLİRSEK, KENDİMİZ DE RAHATLAMIŞ OLURUZ. SHAKESPEARE
Ebû Müslim Havlânî, mâneviyat büyüklerinin hem de ileri gelenlerindendir. Kendisi ibadette, ahlâkta, zühd ve takvâda örnek bir tasavvuf büyüğüdür. Tâbiîn zamanında İslâm’a girmiş, ciddî bir araştırma tahkikten sonra girdiği İslâm’da öylesine ilerlemiş ki, kendinden önce girenler ondan sonraya kalmış, ondan feyiz alıp nasihat dinler olmuşlardır.
Ebû Müslim’in kendisi ilerleyip de hanımı geride kalmış değildi. Hanımı da hemen kendisine yakın şekilde mânen ilerlemiş, beyinin takvâsına yaklaşan bir iktisat ve kanâat ehli hâline gelmişti.
Bu yüzden birlikte oruç tutarlar, birlikte gece namazı kılarlar, yine birlikte vakit namazlarına hazırlanırlardı.
Hattâ “Hılletü’l-Evliyâ”da anlatıldığına göre, Ebû Müslim camiye giderken tekbir alarak evinden çıkar, namaza yönelirdi. Hanımı da onu tekbirle uğurlar, yine tekbirle karşılardı.
Ancak, bir gün durum değişti. Ebû Müslim, cami dönüşü evinin avlusuna girdiği halde tekbir sesi işitmemiş, bunun bir sebebi olacağını düşünmeye başlamıştı. Halbuki hanım evden dışarıya da pek çıkmaz, habersiz bir yere gitmezdi.
-Hayırdır inşâallah, diyerek kapıdan giren Ebû Müslim, az sonra elinde yemeklerle hanımının geldiğini gördü. Sofrayı hazırlayan hanım şöyle bir köşeye “Offf!” diyerek yığılıverdi. Ebû Müslim şüphelenmeye başladı:
-Hanım, sende bir değişiklik var, nedir bu oflamalar? Cevap verdi:
-Ne olacak, yorgunluk, bitkinlik! Bütün gün ev işleriyle meşgul oluyor, yorulup bitkin düşüyorum. Halbuki sen halifenin huzuruna girince bir hizmetçi istesen, seni kırmaz hemen verirmiş.
-Hanım, halifenin bana hemen bir hizmetçi vereceğini nereden biliyorsun? Benim böyle itibarım var mı ki?
-Varmış!
-Nereden biliyorsun?
-Nereden olacak, işte komşu kadını! O, senin böyle yüce bir itibara sahip olduğunu söyledi. Hem halifeden sadece hizmetçi değil, başka daha neler istesen alırmışsın. Onun için nüfuzunu kullanmanı, hizmetçi ile kalmayıp biraz da maddî yardım talebinde bulunmanı istiyorum.
Kendisini tekbirlerle namaza uğurlayıp, yine tekbirlerle karşılayan hanımının birden fikrinin bozulup dikkatinin dağıtıldığını gören Ebû Müslim, buna çok üzülür, ne yapacağını şaşırır.
Halife Hz. Muâviye’den böyle bir talepte bulunmayı asla istemez ama, kadın da bunda ısrar eder:
Bu defa gazaba gelen büyük velî, elini açar ve bedduasını yapar:
-Allah’ım, beni tekbirle namaza gönderip yine tekbirle karşılayan bu sâliha kadının kim fikrini çeldi, aklını bozdu ise, onun gözünü kör eyle!.
O anda evin öteki köşesinde bir feryat kopar!
-Ortalığı aydınlatın, gözlerim görmüyor!
Meğer geçim bozup, yuva yıkmakla meşhur olan komşu kadını henüz evdeymiş, birdenbire dünyasının karanlığa gömülmesini ışığın sönmesine hükmetmiş.
Ancak, bunun ansızın gelen körlükten başka bir şey olmadığını anlayınca başlamış büyük velîye yalvarmaya:
-Ben ettim, sen etme!...
Bundan dolayı derler ki:
Dindar hanımlar, dindar olmayan kadınların verdikleri yanlış fikirleri dinlememeli, yanlış fikir verenler de günün birinde mutlaka bir belâya uğrayacaklarını hatırdan çıkarmamalıdır!..
Nitekim komşu kadını yanlış fikir verdi, körlük cezasına müstahak oldu.[3]


[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları
[3] Yeni aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları

Hiç yorum yok: