20 Eylül 2008 Cumartesi

ŞİRK KOŞMAK

ŞİRK KOŞMAK[1]
* MESNEVİMİZ VAHDET DÜKKANIDIR, ORADA BİR’DEN BAŞKA NE GÖRÜRSEN PUTTUR. MEVLÂNA
Şirk : Eş koşma, müşriklik, ortak olma demektir. Dinî anlamda şirk, Allah'a eş ve ortak koşma manasına gelir. Allah’tan başka bir tanrı olduğuna inanma yani küfürdür. Allah’dan (Celle celeelüh) ümidini keserek başkasından medet beklemedir.[2]
Allah’a şirk koşan kimseye “Müşrik” denir. Müşrik, Allah’ı inkar etmemekle birlikte başka bir kimseyi veya varlığı O’na eş ve ortak koşan kimsedir. Böyle bir kimse aynı zamanda imanı olmadığı için kafirdir. Pek çok ayette müşrikler kafir olarak da zikredilmişlerdir.
Yüce Allah'ın şirke bakışını ve şirkin Kur'an'daki tanımını sergileyen diğer bir ayetin meâli şöyledir:
Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır. (Nisa, 116)
إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا {116}
İnsan, put, ağaç, tabiat, yıldız veya başka bir varlığa ibadet etmek şirktir. İslam mevki ve makamı ne olursa olsun, hiç bir insana ibadet edilmesini, önünde eğilinmesini kabul etmez.
Şirk Allah'a karşı işlenebilecek günahların en büyüğü olduğu içindir ki eşsiz merhamet sahibi Yüce Yaratıcı, tüm günahları affedeceğini bildirdiği halde, şirki bu af kapsamının dışında tutmuştur.
Yüce Allah Kur'an'da:
Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür. (Lokman, 13) diye buyurarak, şirki bir zulüm olarak tanıtmıştır.
Şirk'in af kapsamı dışında bırakıldığı da şöyle belirlenir:
Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları, dilediği kimseler için bağışlar. Kim Allah'a eş tutarsa, şüphesiz pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur. (Nisâ, 48) Diğer yandan şirki bırakarak tevbe ve istiğfar eden, akidesini sağlamlaştıran kimsenin ise affedilebileceğinden şüphe yoktur. Çünkü böyle bir kimse artık "müşrik" sıfatından kurtularak mü'min sayılır.



KISSA VE HİKAYELER

EN BÜYÜKLERİ YAPMIŞTIR
*İYİ BİR KUL KEŞKELERLE UĞRAŞMAZ. KÜRŞAT EMİN YETER
Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm kavmine bir peygamber olarak gönderildiğinde, onların puta tapıcı dinî telakkilerine karşı çıkmış ve önlerinde eğildikleri putların işe yaramaz birer taş, metal ve ağaç yığını olduklarını anlatmıştı. Onlar ise buna itiraz edip durmuşlardı. Bunun üzerine İbrâhim aleyhisselâm, kavminin zihnini ve vicdânını harekete geçirmek ve onları uyandırmak yoluna başvurmuştu. Ve günün birinde şehir halkı mesîreye çıkmışken, tapınaktaki bütün putları kırıp, baltayı da en büyüklerinin boynuna asmış; onlar dönüp, bu durumu görünce de şaşırıp kalmışlardı. Şimdi hâdisenin gerisini Kur’ân-ı Kerim’den tâkip edelim:
Mesîreden dönen halk;
Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zâlimlerden biridir, dediler. (Bir kısmı da) Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrâhim denilirmiş dediler. ‘O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şâhitlik ederler.’ Sonra da sordular:
-Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrâhim? İbrahim aleyhisselâm cevap verdi:
-Belki de bu işi, şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa!.. Bunun üzerine kendi nefislerine vicdanlarına döndüler (yani kendi kendilerine), ‘Doğrusu siz, hakikaten zâlimlerin ta kendilerisiniz! dediler.Sonra tekrar (eski) kafalarına döndüler (ve Hz. İbrâhim’e),
-Sen bunların konuşmadığını pekâlâ biliyorsun, dediler. İbrâhim aleyhisselâm da,
-Öyleyse, dedi, Allâh’ı bırakıp da, hiçbir şekilde size ne fayda ne de zarar verebilen bir şeye hâlâ tapacak mısınız? Size de, Allâh’ı bırakıp da tapmakta olduğunuz şeylere de yuf olsun! Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?
Aralarından bir kısmı, ‘Eğer bir iş yapacaksanız, yakın onu da ilahlarınıza yardım edin! dediler. (Hz. İbrâhim’in kavmi bu teklifi kabul ederek, onu yakmak için büyük bir ateş hazırladı!.. Ve eli-kolu bağlı olarak ateşe attılar! İbrâhim aleyhisselâm ise, ‘Bana Allâh’ın sahip çıkması yeter; o, ne güzel bir sahip’ diyerek Allâh’a sığınıyordu.)
‘Biz, ‘Ey ateş! İbrâhim için serin ve selâmet ol!’ dedik.’ Yani Cenâb-ı Hak, ateşten sıcaklık ve yakıcılık tabiatını gideriverdi.
Âyet-i kerimede geçen ‘Bunun üzerine kendi nefslerine döndüler’ ifadesindeki nefs, vicdan demektir. Zira bu doğrudan bildiğimiz hevâ ve hevesi ifade eden nefs değil; doğru ve yanlışı, hakkı ve bâtılı, adâlet ve zulmü biribirinden ayıran temel insânî ölçü olan vicdanı ifade eder. Nitekim bu hâdisede Hz. İbrahim’in kavmi, bir an için bir taş yığını olan bir putun eline baltayı alıp diğer putları kıramayacağını anlamış, hakikatin ta kendisiyle karşı karşıya gelmişti. Ne var ki, o bir anlık derûnî muhâsebe, akletme ve gerçeği kabul etmenin tesirinden kurtulup, tekrar eski kafalarına dönmüşler; üstelik de putların dile gelip konuşmayacaklarını itiraf etmek zorunda kaldıktan sonra.
Bu durumda Hazreti İbrahim gayet haklı olarak ‘Yuh size ve Allah’tan başka taptıklarınıza!’ demekte, hemen ardından da, ‘Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?’ diye sormaktadır…
Evet soru bu: ‘Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?’
Cenâb-ı Hakk’tan dileğimiz; verdiği akıl nimetini, kendi yolunda, rızâsına muvâfık şekilde kullanmayı nasip eylesin. Âmîn…
[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları

Hiç yorum yok: