23 Aralık 2008 Salı

ŞÜPHECİ OLMAK

ŞÜPHECİ OLMAK[1]
*ŞÜPHE, ÇOĞUNLUKLA FAYDASI OLMAYAN BİR ISTIRAPTIR. SAMUEL HOHNSON
Şüphe; Tereddüt, kuşku, şek, zan, güvensizlik duygusu, işkillenme, kararsızlık, inançsızlık anlamlarındadır. Bir şeyin doğru olup olmadığına veya var olup olmadığına dair kati kanaat ve bilgi sahibi olmamak halidir. Bir konuda kesin bilgi veya kanaate varamamaktan doğan tereddüttür. Bir şeyle, bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu tam olarak bilememekten, kestirememekten doğan kararsızlık, güvensizlik duygusudur. Zihnin, bir şey için var veya yok demeyip duraklamasıdır. Başkalarının iyi niyet ve amaçlarını kötüye yorarak işkillenme duygusudur.[2]
Şüphe veya şüphecilik inanç, ibadet, günlük muameleler ve ceza hukukunda sonuçlar doğurur. Karıştırma anlamında Arapça bir kelimedir.
Bir kimsenin mümin sayılması için iman esaslarını şeksiz ve şüphesiz kabul etmesi gerekir. Kalbinde Allah'a, elçisine, gönderilen ilahi mesaja ve ahirete ait herhangi bir şüphe bulunan kimse gerçekte tam iman etmiş olamaz.
Kur'an-ı Kerim'de müminin şüpheden sakınmasını bildiren çeşitli âyetler vardır:
الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُن مِّن الْمُمْتَرِينَ {60}
(Ey Muhammed)! Bu, Rabbin tarafından bir gerçektir. Sakın şüphe edenlerden olma. (Al-i İmrân, 60)
İbadetlerde şüphe halinde galip zanna göre hareket edilir. Meselâ bir kimse bir vakit namazını kılıp kılmadığında şüphe etse, eğer böyle bir şüphe ilk defa olmuşsa namazını kılması gerekir. Fakat sık sık vuku buluyorsa galip zannına göre amel eder. Yine bir kimse namazında şüphelenerek üç mü yoksa dört rekât mı kıldığını hatırlamasa, eğer yanılma olayı bu kişinin başına ilk defa gelmişse yani bu gibi şüphelenmeler o kişide sürekli bir durum haline gelmemişse namazını yeniden kılmalıdır. Çünkü Hazreti Peygamber Sallallâhü Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
Sizden biri namazı kaç rekât kıldığı hususunda şüpheye düşerse namazını yeniden kılsın.

ŞÜPHENİN ETKİSİ
*ŞÜPHE, HUMMALI HASTAYA BENZER; UYUMAZ, UYUYAMAZ, UYUTMAZ, DALSA DA KORKULU RÜYA GÖRÜRÜ. (CENAP ŞEHABETTİN)
Akılsız bir insan, sırf o anlık zevk ve duyguları için, elindeki her şeyi kumara yatırabilir. Kaybettiğinin acısını ise dünyada yaşadığı kadar çeker. O acı da, ilk anda şiddetlidir; zaman içinde unutulur gider. Ama ne kadar akılsız olursa olsun bir insanın, ölüm ötesi sonsuz geleceğini, kısa süreli geçici zevkler için kumar masasına koyup; "ya yoksa..?" diyerek kaybetmeyi göze alması kesinlikle mantıklı olmaz!. Zirâ, "ya varsa!..."
Hele hele, "canım bir ölümü tadalım da, hayat devam ediyorsa o zaman gerekli tedbiri alırım" fikri tam bir ahmaklık ifadesidir. Çünkü Allah Rasûlü tarafından açıklanıyor ki:
Ölüm anından itibaren artık yapılabilecek hiç bir şey kalmamıştır! Kişi ancak bu dünyada yaşarken, bir takım çalışmalar yapma şansına sahiptir. Dünya hayatı süresince namaz, oruç, hac ve diğer tekliflerin ihtiva ettiği ibadetler söz konusudur. Ölüm sonrasında ne namaz vardır kılınacak, ne oruç vardır tutulacak, ne hac vardır arınılacak!

KISSA VE HİKAYELER

EMRE İTAAT
*BU DÜNYADA İNSANLAR BİR KERE ALDATILINCA GERÇEKTEN BİLE ŞÜPHE DUYARLAR. (HİTOPADESA)
Naklederler ki, şeyhin iki müridi vardı. Birine Ahmed-i Kih, öbü­rüne Ahmed-i Mih derlerdi. Şeyh daha ziyade Ahmed-i Kih’e meylederdi. Sohbetine katılanlar bu hâli kıskanmışlardı, yani «Ahmed-i Mih de iş görmüş ve riyâzet yapmıştır», demek istemişlerdi. Durum Şeyh’e malum oldu. Ahmed-i Kih’in daha iyi olduğunu onlara göster­mek istedi. Hânkah’ın kapısı önünde uyuyan bir deve vardı. Şeyh:
-Yâ Ahmed-i Mih, diye seslenince, Ahmed-i Mih:
-Buyur, dedi. Şeyh:
-Şu deveyi, Hankâh’ın damına çıkar.
-Yâ Şeyh! Deve dama nasıl çıkarılabilir? Şeyh:
-O hâlde bırak kalsın, dedikten sonra tekrar seslendi:
-Yâ Ahmed-i Kih!
-Buyur.
-Şu deveyi dama çıkar!
Bunun üzerine Ahmed-i Kih derhal gayret kuşağını beline sararak paçaları sıvadı, dışarı koştu, ellerini devenin altına sokarak yekindi ve zorlandı ama deveyi yerinden kı­pırdatamadı. Bunu gören Şeyh:
-Yâ Ahmed-i Kih iş tamam, hâl malum olmuştur, dedi ve son­ra sohbetine katılanlara dönerek şöyle dedi:
-Ahmed-i Kih ondan daha iyi hareket etti, verilen emre sa­rıldı, itiraz ileri sürmeden ve bu iş yapılabilir mi yapılamaz mı, de­meden fermanımıza baktı. Ahmed-i Mih ise uzun uzadıya deliller getirmekle meşgul oldu ve münakaşaya tutuştu. Zahir hâlden bâtın mütâlâa edilebilir!”[3]

[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008
[2] Sözlük manaları
[3] Tezkiretü’l-Evliya, (Feridüddin Attar, Trc. Süleyman Uludağ)

Hiç yorum yok: