28 Ağustos 2008 Perşembe

AZARLAMAK

AZARLAMAK[1]

MUHAKKAK Kİ ALLAH RIFK İLE MUAMELE EDİLMESİNİ SEVER. (BUHÂRÎ, EDEB, 35)

Azarlama; Muâheze, darılma, paylama, tenkit, itap etme, tekdir etme, tersleme, çıkışma, rencide etme, kınama, cezâlandırma, eleştirme anlamlarındadır. Birinin davranışlarını beğenmeyerek çıkışmadır.[2]

Azarlamak, söz ile olan kötü alışkanlıklardandır. Çoğu zaman, insanların birbirleriyle yaptıkları muamelelerinde olan karşılıklı anlaşmazlıklarda, güçlü tarafın çıkışmasıdır. Azarlamak fiili ve azarlamakta kullanılan sözler İslâm dini tarafından yasaklanmıştır.

İslâm'ın ruhunda azarlama yoktur. Azarlama yerine yumuşak muamele tercih edilmelidir:

Kim yumuşak davranmaktan mahrum ise hayırdan da mahrum olur. (Müslim, Birr ve Sıla, 23, 74)

Yumuşak davranmak, bir şeyde bulunursa onu süsler, bir şeyden de alınırsa onu lekeler. (Müslim, Birr ve Sıla, 23, 78)

Bir din kardeşinin yüzüne gülmekliğin senin için sadakadır. (Tirmizî, 36, 2022)

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu azarlamaz. Hz. Peygamber üç defa kalbine işaret ederek: Takva, şuradadır. Kişiye kötülük namına müslüman kardeşini tahkir etmesi kâfidir. (Müslim, Birr ve Sıla, 10, 32)

Kardeşinle münakaşa etme, onunla kırıcı şekilde şaka etme ve ona yerine getirmeyeceğin vaadde bulunma. (Tirmizî, 57, 2063)

Azarlamak, sert konuşmak, şiddet göstermek insanlar arasında nefret ve düşmanlık doğurur. Karşıda bulunan kişinin söylediği doğru bile olsa, azarladığı için ona karşı kalbi soğur, muhalefeti başlar. İnatlaşma neticesi doğruyu kabul etmez.

İnsanlar fıtratları gereği rıfk ile yapılan muamelelerden hoşlanırlar. Yumuşak davranma neticesi kalp ısınır, inatlık ve muhalefet hisleri gevşer, hakkın kabulü daha bir kolaylaşır.

Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) insanları hiç azarlamamış, aksine yumuşak sözleriyle katı gönülleri yumuşatmıştır. On yıl hizmetinde bulunan Enes (Radıyallahü anh) der ki:

Bana hiç bir zaman" "öf" bile demedi. Yaptığım bir iş için: "bunu neden yaptın?", veya yapmadığım bir iş için: "bunu neden yapmadın?" demedi. (Tirmizî, 68, 2084)

Kur'an-ı Kerîm'de, yapılan kötülüğe karşı insanların affedilmesi, azarlama yerine, iyilikle mukabele edilmesi istenmektedir. Hatta:

Münasebetsiz bir söz işittiklerinde ondan vazgeçiverirler ve bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size diye dua ederler. (Kasas, 54-55)

Kötülüğü en iyi şekilde sav.. (Mü'minûn, 96) metodu uygulanırken insana şeytanın ârız olacağı, vesvese vereceği hatırlatılmaktadır. Böyle durumlarda Allah'a sığınılması istenmektedir.

KISSA VE HİKAYELER

CENNET KOMŞUSU

* İNSANLARLA ÖYLE İYİ GEÇİNİNİZ Kİ, DÜŞMANINIZ BİLE ÖLÜMÜNÜZE AĞLASIN. HAZRETİ ALİ

Vaktiyle padişahlardan biri şehri dolaşmaya çıkmıştı. Tanınmamak için kıyafetini değiştirmiş, yanına da bir kölesini almıştı. Halkın kendi yönetimi hakkında neler düşündüğünü öğrenmek istemişti.

Mevsim kıştı. Soğuk her yeri kasıp kovuruyordu. Yolu bir mescide düştü.
İki yoksul bir köşede titreyerek oturuyordu. Gidecek başka yerleri yoktu.
Onların ne konuştuklarını merak eden padişah yanlarına sokuldu.
Fakirlerden şakacı olanı soğuktan şikayet ediyordu:

-Yarın cennete gittiğimizde bizim padişahı oraya sokmayacağım! Cennetin duvarına yaklaştığını görürsem, pabucumu çıkarıp kafasına vuracağım.
Öteki merakla sordu:

- Onu niçin cennete sokmayacakmışsın?

- Tabii sokmam. Biz burada soğuktan donarken o sarayında keyif sürsün. Bizim halimizden haberdar olmasın. Sonra da kalkıp cennette bana komşu olsun. Ben öyle komşuyu istemem arkadaş, dedi.

Gülüştüler. Padişah kölesine:

- Bu mescidi ve adamları unutma! dedi.

Saraya dönünce mescide adamlarını yolladı. İki fakiri alıp saraya getirdiler. Zavallılar başımıza neler gelecek diye korkuyla bekleşirken onları dayalı, döşeli bir odaya yerleştirdiler.

- Burada yeyip, içip yatacak, padişahımıza dua edeceksiniz. Cennette size komşu olmasına karşı çıkmayacaksınız, dediler.

Padişah ne iyi kalpli imiş, değil mi? Peygamberimiz yoksula yardım edenleri şöyle övmüştür:

Bir mü'mini dünya dertlerinden kurtaranı, Allah, ahiret dertlerinden kurtarır.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008

[2] Sözlük manaları

AZAP ÇEKTİRMEK

AZAP ÇEKTİRMEK[1]

İNSAN AZAP ÇEKMEZ, ALLAH YAZMAYINCA
ALLAH AZAP YAZMAZ, İNSAN AZMAYINCA !

GÜZEL SÖZ

Azap; İşkence, sıkıntı ve eziyettir. İnsanın organik veya ruhi olarak büyük acı, sıkıntı ve üzüntü çekmesidir. Kişiye veya kişilere bedenî ve rûhi aşırı ölçüde acı çektirmek ve korkunç sıkıntı vermektir. Bu dünyada günah işleyenlerin ahirette çekecekleri sıkıntılara da azap denilmektedir. Tabii o dünyadaki sıkıntılar bu dünya ile boy ölçülemeyecek derecede şiddetli ve korkunçtur.[2]

İşkenceyle ilgili aklımıza geliveren örnekler: Gözlerine mil çekmek, şiş batırmak, kırbaçlamak, çarmıha germek, kazığa geçirmek, (Fransa’da bir şatoda gördüğüm yalnız ayakta durulabilecek biçimde yapılmış dar ve derin bir kuyu) kuyuya atmak, taşlamak, toprağa gömmek, aslanlara atmak, kol ve bacakları hayvanlara bağlayıp parçalatmak vb; hep derebeyliği, zorbalığı çağrıştıran tüyler ürpertici ifadelerdir. Elbet zamanla bunlar da çağdaşlaştı, cinsel uzuvlara elektrik vermeye, sağlıklı bir insanın kırk yıl düşünse aklına gelmeyecek biçimlere dönüştü İşkence, bedene, ruha, zihne istenilen biçimi vermek için bir baskıdır. Sınırlandırma, kısıtlamadır, özgürlüğe, taşmaya getirilen engeldir. İnsanın dayanma sınırlarında oynanan tek yanlı bir oyundur.

İşkence, çatışma halindeki iki eyleyenden güçlü olanın zayıf olan üzerinde uyguladığı değiştirim ve istediğini söyletme metodudur. Ölüm korkusunu canlı tutmağa dayanır. Hasta ruhlu, zorba birey ve yönetimlerin karşısındakileri sindirme, kendilerinin egemenliğini benimsetme ve/ veya doyum yöntemidir.

İşkence anlam birimi açısından yerine göre azap ve eziyet sözcüğü de kullanılmaktadır.

Adelet Sahibi Allah, Kur'ân-ı Kerîm’inde bizlere şöyle buyurmuşlardır:

Eğer Allah'a şükreder, inanırsanız, O sizi niye azaba çarptırsın ki? Hiç şüphesiz Allah, şükre karşılık verir ve her şeyi bilir.( Nisa, 147)

Evet, şayet şükreder ve inanırsanız, Allah sizi niye cezalandırsın? O, inkar ve nankörlüğün karşılığı olarak azap verir. Belki şükretmeye ve inanmaya yöneltir diye, bir tehdit olarak kullanır azabını. Azap etmek istediği, işkenceye arzusu, acı çektirmekten zevk almak, güç ve otorite gösterisinde bulunmak, söz konusu değildir. Yüce Allah, bütün bunlardan yücedir, uludur. Ne zaman şükür ve iman ile korunursanız, Allah'ın bağışlaması ve hoşnutluğu ile karşılaşacaksınız. Allah'ın, kuluna karşılık verişini ve kullarından haberdar oluşunu göreceksiniz.

KISSA VE HİKAYELER

SENİ NEDEN ARAYAYIM?

*CUMA GÜNÜ ÖLEN, KABİR AZABINDAN KURTULUR. (EBU NUAYM)

Horasan’ın meşhur valisi Abdullah bin Tahir, muhterem ve mübarek bir idarecidir. Ancak yönetime geçince ister istemez hatalar da yapar, zulüm de işler.

Nitekim bir gece mahallede rahatsızlık verip şikâyetlere sebep olan bazı başıboş kimseleri toparlayıp valinin huzuruna çıkarmak üzere önlerine katarak götüren bekçiler, bir ara bir suçlunun sokaklardan birine dalarak kaçtığını görürler. Peşine düşen bekçiler sokakta önlerinde yürüyen Heratlı masum bir demirciyi, kaçan sendin, diyerek yakalayıp suçlular arasında valinin huzuruna çıkarırlar. Geceleri halkı rahatsız eden bu suçlulara olan kızgınlığı sebebiyle ayırım yapmadan, soruşturma gereği duymadan emir veren Abdullah bin Tahir:

-Bunların hepsini de atın zindana. Akılları başlarına gelinceye kadar kalsınlar orada!. Geceleri halkı rahatsız edip de şikâyetlere sebep olmak neymiş anlasınlar, der.

Böylece akşam geç vakte kadar çoluk çocuk rızkı için çalışmaktan yorularak evine dönmekte olan Heratlı demirci de suçlular arasında zindanı boylamaktan kurtulamaz. Üzerine kapatılan zindan kapısının arkasından kırık gönülle yaptığı bedduası ise şundan ibaret olur:

-Rabbim, der. Beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde uyutma. Sabahlara kadar onlar da uyuyamasınlar yataklarında!.

O sıralarda evinde yatağına uzanan vali ise, daha gözlerine uyku girer girmez müthiş bir sarsıntı ile uyanır. Hemen fırlar yatağından, bakar ki deprem filan yok. Şükürler olsun rüyaymış, diyerek tekrar uzanır yatağına. Ne var ki yine gözünü kapar kapamaz aynı sarsıntı başlar. Yine fırlayıp sağa sola bakar. Derken sabahlara kadar mazlum demirci zindanda nasıl uyumazsa zalim vali de evindeki yumuşak yatağında öyle uyuyamaz...

İnsaflı vali, sabah olunca, “Bunda bir hikmet olabilir, birine bir zulüm mü yaptım acaba?”, diyerek hapishane müdürünü çağırtıp sorar.

- Bu gece sabaha kadar uyuyamadım. Bir mazlumun bedduasını mı aldım acaba, der. Müdür Bey kendisinin de işittiği bir mahpusun duasını anlatır.

- Rabbim beni evimde uyutmayanları sen de evlerinde yumuşak yataklarında uyutma, diye dua eden bir demirci vardı hapishanede.

- Hemen o demirciyi getirin buraya, der. Vali, huzuruna getirttiği demircinin suçsuzluğunu öğrenince özür dileyerek serbest bırakırken tembihini de şöyle yapar:

- Başına böyle bir iş gelirse hemen beni ara!. Demirci cevabını beklemeden verir:

- Seni neden arayayım? Bana zulmeden sen değil misin? Ben seni değil, beni senin zulmünden kurtaranı arar, müracaatımı yine O’na yaparım. Zira O (cc), senin evini sabahlara kadar başına yıkacak halde sallamasaydı sen yine beni aramayacak, zulmünü sürdürmekten geri kalmayacaktın.



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] Sözlük manaları

AYIP ARAŞTIRMAK

AYIP ARAŞTIRMAK[1]

*BİRİNİN AYIBINA GÜLEN, AYNI AYIBI İŞLEMEDİKÇE ÖLMEZ. (HADİS-İ ŞERİF)

Ayıp: Kusur, leke ve utanılacak şeydir. Noksan, hata, eksik, müstehcen şeylerdir. Toplumun ahlak kurallarına aykırı olan, utanç verici durum veya davranışlara da ayıp şeyler denir. Uygunsuz terbiye ve nezaket harici, kötü utanç verici şeylerdir. Yapılan bir davranışın veya söylenen bir sözün, çirkin, kötü, yakışıksız olduğunu söylemektir.[2]

Ayıplanmaktan korkmak, kalb hastalıklarındandır, insanların kötülemelerine, çekiştirmelerine, ayıplamalarına üzülmektir.

Her kim bir müslüman kardeşinin ayıplarını, kusurlarını, kimsenin görmesini ve işitmesini istemediği şeylerini örterse, Allahü teâlâ da kıyâmet gününde onun ayıplarını örter. Her kim müslüman kardeşinin meydana çıkmasını istemediği bir şeyini ortaya çıkarır ve dile verirse, Allahü teâlâ da onun ayıplarını, kimsenin bilmesini istemediği hallerini meydana çıkarır ve bu sûretle kendi evi içinde de olsa onu rezil eder. Müslüman kardeşinin ayıplarını örten, bir ölüyü diriltmiş gibidir. (Müslim)

Kendisinde gördüğün bir ayıpdan dolayı, müslüman kardeşini kötüleme. Olur ki, aynı hataya sen de düşersin ve ondan da kötü olursun. (Ebû Câfer bin Sinân)

Ebû Tâlib, Hazreti Ali Keramellahü veche efendimizin babasıdır. Resûlullahın amcasıdır. Resûlullahın Peygamber olduğunu biliyordu. İnsanların kötüleyeceklerinden korkarak ve ayıplayacaklarını düşünerek, îman etmedi.

Ebû Tâlib ölüm döşeğinde iken, Resûlullah onun yanına gelerek:

-Ey amcam! Sana şefaat edebilmekliğim için, lâ ilâhe illallah söyle, buyurdu. Cevabında:

-Ey kardeşimin oğlu, doğru söylediğini biliyorum. Lâkin ölüm korkusu ile îmana geldi denilmesini istemem, dedi. Beydâvî tefsîrinde, Kasas sûresinin (Sevdiklerini hidâyete getirmek senin elinde değildir) meâlindeki, ellialtıncı âyet-i kerimesinin bu zaman indiği bildirilmiştir. Bir rivayete göre, Kureyş kâfirlerinin ileri gelenleri, Ebû Tâlibin yanına geldiler. Sen, bizim emîrimizsin, sözlerin başımızın üzerindedir. Fakat, senden sonra, Muhammed (s.a.v.) ile aramızda düşmanlığın devam edeceğinden korkuyoruz. Ona söyle! Dînimizi kötülemesin, dediler. Ebû Tâlib, Resûlullahı yanına çağırdı. İşittiklerini söyledi. Resûlullahın, onlar ile sulh yapmayacağını anlayınca, müslüman olacağı anlaşılacak bazı şeyler söyledi. Bunları işitince, amcasının îman etmesini istedi. (İşitenler bana dil uzatacaklarından korkmasaydım, îman ederdim. Seni sevindirirdim) dedi. Öleceği zaman, bir şeyler söyledi. Bunları işitebilmek için, Abdullah ibni Abbâs yanına yaklaştı. Îman ettiğini bildiriyor dedi. Ebû Tâlibin îman ettiği şüphelidir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre, îman etmedi. Hz. Ali, Resûlullaha gelerek, dalâlette olan amcan öldü dedikte, Peygamber efendimiz Sallallahü Aleyhi ve Selem:

-Yıka, kefen içine sar ve defnet! Men olununcaya kadar onun için duâ ederiz, buyurdu. Birkaç gün evinden çıkmayarak, onun için çok duâ etti. Ashâb-ı Kirâmdan bazıları bunu işitince, onlar da, kâfir olarak ölmüş olan akrabâları için duâ etmeye başladılar. Bunun üzerine:

Peygamber ve îman edenler, akrabâları olsalar da, müşrikler için istiğfâr etmemelidirler, (Tevbe, 114) meâlindeki âyet-i kerimesi nâzil oldu. Bir hadis-i Şerifte:

Kıyâmet günü, kâfirlerden azâbı en hafif olanı, Ebû Tâlibdir. Ayaklarında ateşten nalın olacak, bunların sıcaklığından dimâğı kaynayacaktır, buyuruldu.

İnsanların kötülemelerinden ve ayıplamalarından korkmaya karşı ilâç olarak şöyle düşünmelidir: Kötülemeleri doğru ise, ayıplarımı bana bildirmiş oluyorlar. Bunları yapmamaya karar verdim demeli, böyle kötülemelerden ferahlık duymalıdır. Onlara teşekkür etmelidir.

KISSA VE HİKAYELER

ETME BULMA DÜNYASI

*KENDİSİNİ PEK ÇOK SEVEN, ÇEVRESİNDE PEK AZ SEVİLİR. C. ŞAHABETTİN

Müezzinlikten imamlığa yükselen biri akşam namazını kıldırırken, Kevser sûre­sini okur. Ama sûrenin üçüncü âyetini bir türlü söylemez. Takılmıştır. Ikınır, sıkınır, aklına gelmez. İmamı, çok önceden tanıyan cemaatten bir adam; dudak büker ve güler:

-Çantadan yetişen imam böyle güdük olur. En kolay sûrenin tümünü okuyamaz, deyip ayıplar.

Aradan yıllar geçer. Bir dost toplantı­sında gülen adam, akşam namazını kıldır­mak için imam olur. O da «Inna a'tayna...» diye başlar. Ama bir türlü, çok iyi bildiği, o âna değin binlerce kez okuduğu kolay sûrenin üçüncü âyetini bir türlü söyleye­mez. O zaman müezzinlikten imamlığa yük­selen kişi gelir gözünün önüne. Namazın sonunda şöyle dua eder.

-Allahım! Sevgili Elçin, Büyük însan Hazreti Muhammed; çok doğru söylemiş. Su­çumu bağışla. Bir daha kimsenin ayıbına gülmeyeceğim.[3]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2008

[2] Sözlük manaları

[3] İslamlık’ta iyi huy, Şevket Bilgisel, Emekli öğretmen, Dergah Yayınları, 1976, İstanbul