7 Ağustos 2008 Perşembe

DOĞRU OLMAK

DOĞRU OLMAK[1]

*Doğruluk, sonsuzluğun güneşidir. Nasıl olsa doğar. WENDELL PHİLLİPS

Doğruluk; Sıdk, dürüstlük, sadakat, gönül bağı, kalp temizliği, adalet üzere olma, din ve akıl dâiresinde yürümedir.[2]

Doğruluk, sözün öze ve haberin kendisinden haber verilen şeye mutâbık olmasıdır. Doğruluk sâdece sözde değil; niyet, irâde, azim ve amelde de olur. İstikâmet de, hak yoldan sapmadan dosdoğru gitmek, emredildiği üzere yaşamak demektir. Doğruluk’ın zıddı kizb yani yalandır. İstikâmetin zıddı da eğriliktir ki doğruluğu bırakıp, hak ve hukuka tecavüz etmek ve verilen sözde durmamaktır.

Doğruluk, İslâm’ın en mühim esâsı ve ulvî hasletlerin en önemlilerinde biridir. Kurtuluş için tutunulacak en sağlam kulp, doğruluktur. Öyle ise toplum hayatımızın esası olan doğruluğu, içimizde ihya edip onunla mânevî hastalıklarımızı tedâvi etmeliyiz.

Sevgili Peygamberimiz insanların en doğrusu idi. Onun bu hâlini, en azılı düşmanı Ebû Cehil, Ahnes bin Şerik, Nadr bin Hâris ve daha sonra Müslüman olan Ebû Süfyân bile îtirâf etmek zorunda kalmışlardır.[3]

Doğruluk bilhassa toplum hayatında çok önemli bir yere sâhiptir. Ticârî muâmelelerde en çok üzerinde durulması gereken husûs da budur.

Birgün Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- çarşıda bir satıcının yanına vardı. Önündeki buğday yığınının içine elini daldırdı ve ıslak olduğunu hissetti. Satıcıya:

-Nedir bu? diye sordu. Adam:

-Ey Allâh’ın Resûlü, yağmur ıslattı, deyince Efendimiz:

-Bu yaşlığı üstte bırakıp herkesin görmesini sağlayamaz mıydın? Aldatan benden değildir. buyurdu. (Müslim, Îmân, 164)

Doğruluğun ve dürüstlüğün ticâretteki önemini belirtmek için Resûlullah Efendimiz; Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticâret ehli, peygamberler, sıddıklar ve şehidlerle beraberdir, buyurmuşlardır. (Tirmizî, Büyû, 4)[4]

Verdiği sözde durmak ticarî hayâtta en çok aranan bir vasıftır. Peygamberimiz, peygamberlikten önce de ahde vefalı ve güven duyulan, itimat edilen bir insan olarak tanınmıştı. Kendisi bu alanda örnek bir şahsiyet olarak biliniyordu.

Doğruluk; düşüncede, sözde, niyette, iradede, azimde, vefâ ve amelde doğruluk şeklinde tezâhür eder. Bütün bunların kaynağı, Kur'ân ve Sünnet'tedir. Öte yandan, düşünce ve eylem birliği doğruluğun esasıdır. Düşüncede ve inançta tam manasıyla İslâm'a yönelinmedikçe ve İslâmî hükümlere teslim olunmadıkça davranışların doğru olması mümkün değildir. Doğru olan ahlâk Hz. Peygamber'in ahlâkıdır; bunun dışında doğru bir yol yoktur.

KISSA VE HİKAYELER

PAPAZ VE HZ.ALİ (R.A.)

*Doğruyu konuşmak için iki kişi ister: Doğru söyleyen, doğru dinleyen!

THOREAU

Hz. Ali r.a. ordusu ile harbe gitmekteyken uğradığı son bir kaç konak yerinde su bulamaz. Sonunda bir kilise görür ve o yana yönelirler. Kiliseye varır su isterler. Kilisedekiler:

-10 mil uzakta su var.

Hz. Ali r.a.

-Oraya gitmeye gerek yok şurayı kazın.

İşaret edilen yer kazılır. Büyük bir taş ortaya çıkar. Uğraşırlar uğraşırlar değil taşı kaldırmak oynatamazlar bile.

Hazreti Ali Kerramellahü veche gelir. Mübârek parmaklarını taşın altına sokarlar, taş sanki bir tüy misali kalkar. Taşın kalkmasıyla beraber saf, tatlı ve soğuk bir su fışkırır. Sevinç ve şükürle sular içilir, kaplar dolar

Kilisenin Papazı diğer kilisedekiler uzaktan onları seyretmektedirler, durumu görünce, Sevinç içinde Hazreti Ali Kerramellahü vechenin huzûruna gelir ve sorarlar:

-Peygamber misiniz?. Yoksa.

-Hayır ben peygamber değilim, ama son peygamberin dâmâdı ve halifesiyim!

Papaz hemen kelime-i şehâdet getirerek müslüman olup şöyle der:

-Ey mü'minlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran zâtı bekleyip görmek için yapmışlardır. Kitaplarımızda yazar, büyüklerimiz anlatırdı; burada bir kuyu vardır. Üzerindeki taşı peygamber veya onun Halifesi kaldırabilir. Bu taşı sizin kaldırdığınızı görünce, yıllardır beklediğimiz arzuya kavuştuk.

Hazret-i Ali k.v. buyurdu ki:

-Allahü teâlâya hamd olsun! Ve râhib orduya katılıp, şehit olmak saâdetine kavuşur...



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2006

[2] Sözlük manaları

[3] Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 6; Müslim, Cihâd, 74; Taberî, Tefsîr, VII, 240; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 113.

[4] ÇELİK Doç.Dr.Ömer Çelik, Dr.M.Öztürk, M.Kaya, Üsve-i Hasene, Altınoluk./357

Hiç yorum yok: