7 Ağustos 2008 Perşembe

DİNİ SEVMEK

DİNİ SEVMEK[1]

*Ahlak çöküntüsünün önüne dini gerçeklerle çıkarsak problemleri aşmış oluruz. Alexis CARREL

Din, Allah tarafından konulmuş bir kanundur. İnsanlara, yaratılış gayesini ve varoluş hikmetlerini bildirir. Yüce Rablerine karşı ne şekilde ibâdette bulunacaklarını öğretir. İyi ve faydalı şeyler yapmaya sevkeder, zararlı işlerden de alıkoyar.

Din, insan aklının kendi kendine sorup durduğu, "Ben kimim, nereden gelip, nereye gidiyorum?" suâllerinin tatmîn edici yegâne cevap kaynağıdır.
Allah katında makbul olan din, Allahü Teâla’nın ortaya koyduğu ve kendisinin razı olduğu halis din islamiyettir. Bunun dışındaki dini inanışların Allah katında hiç bir değeri yoktur.

Al-i İmran, 19. Allah nezdinde hak din İslâm'dır...

19 إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ

Al-i İmran, 85. Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ {85

Madem ki Allahü Teâla indinde tek din İslâm ve başka din de kabul edilmeyeceğine göre insan bu dünya hayatında İslâmı mümkün olduğunca iyi öğrenmeli ve iyi yaşamalıdır. Böylece dindar bir insan olarak hayatını sürdürmüş olacaktır. Bu şekilde yaşayan insan ahirette de ziyan edenlerden değil, tam aksine mutlu ve huzurlu olanlardan olacaktır.

Biz İslâma ne kadar çok uyarsak Rabbimizi sevindirmenin yanında O’nun sevgilisi Hazreti Muhammed Mustafa Sallâllâhü aleyhi ve sellem Efendimizi de sevindirmiş oluruz. Böylece bu dünya hayatımız huzur ve mutluluk içersinde olurken ahiretimiz de akla hayale gelmez güzelliklerle dolmuş olur. İslâmı yaşamakla dindar bir kul olarak bizi yaratana kavuşmak ve ahiretimizi mamur etmek mümkün olacaktır. Bu dünya hayatımız da huzur ve saadetle dolu olacak herkesin sevdiği ahlak ve faziletli bir insan olarak güzel bir hayat süreceğiz.

Din her türlü ahlâkî fazîletin kaynağıdır. İnsanlık için dinin getirdiği ahlâkî sistemin ehemmiyeti çok büyüktür. Aleksi Betran şöyle der: "Dindar kimselerde mevcut olan îman, ahlâk için pek kıymetli bir istinat noktasıdır." Bir milletin ahlâkî yönden alçalması kadar müthiş bir felâket yoktur. Tarih boyunca pek çok milletler, ahlâken tefessüh ettikleri için batmış, tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Tarihe hükmeden milletlerin de dinlerine, yanlışta olsa inançlarına sıkı sıkıya bağlı gerçekten dindar olduklarını görürüz.

Dinsizlik, herşeyden önce ahlâk fikrini yıkar. Çünkü din olmadığı takdirde, ahlâk için hiçbir yaptırıcı güç kalmadığından, dinsizlik her türlü kötülüğün yayılmasına ve genişlemesine ve neticede cemiyetin çökmesine sebep olur.
Dinsizlik, ayni zamanda hukuk fikrini de ortadan kaldırır. Kendini herhangi bir ahlâkî müeyyideye bağlı hissetmeyen dinsiz insan, hiçbir hak ve hukuku yerine getirmez. Eline fırsat geçtiğinde zulüm yapmaktan, gasbetmekten, her türlü kötülüğü işlemekten geri durmaz.

Maddeye tapan ve şehvetlerine esîr olan dinsiz insanda, insanlık seciyeleri silinmekte; fazîlet, ferâgat ve fedakârlık yerine feci bir 'BOŞVER' zihniyeti hâkim olmaktadır. Bu zihniyet ise, bir cemiyet için felâkettir.

KISSA VE HİKAYELER

HIRİSTİYAN VE ALİ (k.v.)’NİN ZIRHI

*Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın. (HADİS)

Ali (k.v.)’nin, halifeliği zamanında, Kufe’de zırhı kayboldu. Bir müddet sonra bir Hırıstiyan’ın yanında ortaya çıktı. Hazreti Ali Kerramellahü veche onu hakimin huzuruna götürdü:

-Bu zırh benim malımdır; onu ne sattım, ne de birine bağışladım; şimdi onu, bu adamın yanında buldum, diye iddia etti.

Hakim:

-Halife iddiasını söyledi, sen ne dersin? diye Hıristiyan’a sordu. O, bu zırhın, kendi malı olduğunu, aynı zamanda halifenin sözünü yalanlamadığını, söyledi.

Hakim Ali’ye dönerek :

-Sen iddia ettin, bu şahıs ise inkar ediyor. Bu durumda iddian için şahit getirmen lazım, dedi.

Hazreti Ali Kerramellahü veche güldü:

-Hakim doğru söylüyor, şimdi şahit getirmem gerek, fakat hiç bir şahidim yok, dedi.

Hakim, iddia edenin şahidinin olmamasına dayanarak, Hırıstiyan’ın lehine karar verdi. O da zırhı aldı ve gitti.

Fakat, zırhın, kimin malı olduğunu daha iyi bilen Hıristiyan’ın, bir kaç adım yürüdükten sonra vicdanı uyandı ve geri dönerek “Böylesine bir hükümet ve davranış şekli alelade insanların keyfinden değil, peygamberlerin hükümet tarzıdır” dedi ve

-Zırh Ali’nindir, diye itiraf etti.

Kısa bir zaman sonra, onu, müslüman olarak Ali (k.v.)’nin sancağı altında, Nehrivan harbinde, savaşırken gördüler. [2]



[1] Derleyen, YETER Hasan Vehbi, Emekli öğretmen, Honaz / 2007

[2] El- İmam Ali Savt-ül Adalet-ül İnsaniyet, S. 63 ve devamı Bihar C: 9 Tebriz basımı S. 598.

Hiç yorum yok: